Bütüncül (holistik) beslenmenin hastalıkları iyileştirdiği, sağlık ve mutluluğa giden bir yol olduğu sır değil. Eski Yunan’da Hipokrat, tedavilerinde beslenmeye çok önem vermiş ve “yiyecekleriniz ilacınız olsun” demişti. Eski Çin, Hint ve Ortadoğu geleneklerini araştırdığımızda da besinlerle (özellikle de tahıllarla) insan sağlığı arasındaki yakın bağa sıklıkla değinildiğini keşfederiz.
Makrobiyotik beslenme nasıl doğdu?
Makrobiyotik beslenme de kökenini kadim öğretilerden alıyor. Makrobiyotik’in büyükbabası, Japon bir ordu doktoru olan Sagen Ishizuka; 1880’lerde doğu ve batı tıbbını araştırıp karşılaştırarak, hastalıkların sebebinin, insanların geleneksel beslenmeden uzaklaşması olduğunu görüyor. Şeker, süt ürünleri ve ete dayalı beslenmenin bağışıklık sistemini zayıflattığını iddia ederek, geleneksel diyeti ön plana çıkarıyor. İyileşmenin sırrının tam tahıllarda ve işlenmemiş gıdalarda olduğunu anlıyor.
Tüberkülozla boğuşan George Ohsawa, Ishizuka’nın yazdığı kitabı okurken, öğretilerini uygulayarak iyileşiyor ve Ishizuka’nın “Sağlıklı Beslenme Topluluğu”na katılıyor. Böylece Makrobiyotik öğretiyi batıya (ilk önce Avrupa’ya) getiriyor. Öğreti zaman içinde Ohsawa ve öğrencileri tarafından dünyaya yayılıyor. Oshawa’nın öğrencilerinden olan Michio ve Aveline Kushi çifti, nihayet 1960’larda ABD’ye gelerek New England bölgesinde Makrobiyotik hareketi başlatıyorlar.
Bir beslenme biçiminden daha fazlası
Makrobiyotik; aslında bir hayat felsefesi, bir dünya görüşü. Budist felsefenin yin-yang (denge) öğretisi üzerine kurulu olan bu anlayış; tam tahıl, bakliyat ve sebze ağırlıklı beslenmenin insan doğasına en uygun beslenme şekli olduğunu benimsiyor. Besinler yoluyla hastalıkların iyileştirilebileceğini ortaya koyan bu anlayış yaşam kalitesini büyük ölçüde arttıran, bireyleri huzurlu ve mutlu bir hayata taşıyan bir yaşam biçimi olarak da tanımlanabilir.
Makrobiyotik öğretinin esası, doğayla uyum içinde yaşayarak ve enerjiyi doğru kullanarak tam bir denge haline kavuşmak. Ayurveda’da da esas olan bu denge hali, sadece bireysel bazda değil, aynı zamanda insanın evrenle arasında bir bağ kurması ve doğayla arasındaki ilişkiyi hatırlaması için de gerekli. Ayurveda’da “Satvik” beslenme olarak değerlendirebilen bu denge, Makrobiyotik’te “yin-yang” dengesine en yakın besinler seçilerek sağlanıyor.
Makrobiyotik doğal beslenme planında yer alan temel besinler
- Turp ve turp otları, lahanalar ve lahana yaprakları, brokoli, havuç, kabak, balkabağı, pancar, mantar, tatlı patates, taze soğan, pırasa ve karnabahar başta olmak üzere taze sebzeler, zencefil, soğan, sarımsak, maydanoz,
- Bakliyatlar; tüm fasulyeler, nohut, bezelye, mercimek, bakla
- Genetiği değiştirilmemiş ve organik soya ürünleri; tofu, tempeh, seitan, tamari, soya sosu
- Deniz yosunları
- Taze kuruyemişler ve çekirdekler; badem, fıstık, fındık, ceviz, susam, kaju, ayçekirdeği, kabak çekirdeği
- İşlemden geçirilmemiş tam tahıllar; kahverengi pirinç, darı, arpa, karabuğday, amarant, kinoa, yulaf, çavdar, organik ve genetiği değiştirilmemiş mısır
- Tam tahıl erişte ve makarnalar
- Miso ve fermente soya ürünleri
- Ham yağlar, susam yağı, zeytinyağı
- Bitki çayları, yeşil çay, beyaz çay, bancha çayı
- Çorbalar
- Balık (istenirse haftada 2 defa)