Heyecanda, korkuda, mutlulukta, acıda elimizin ilk gittiği yer kalp. Bütün bu duyguları kalbe yüklüyor ve irdeleme, mantık yoluna gitme, karar verme gibi konuları beyne teslim ediyoruz. Peki beyin kalbini kaptırdığında neler oluyor?
Aşkın kimyası üzerine çalışmalar yürüten Antropolog Helen Fisher, TedTalks’a konuk olduğu 5 milyonun üzerinde izlenen konuşmasıyla beynin aşkla karşılaştığında hangi tepkimeleri ortaya koyduğunu anlatıyor.
“İnsanlar aşk için yaşar, aşk için öldürür, ölür ve yeniden doğar.”
Antropologlar bugüne dek pek çok topluluğu incelemiş, aşkın hiç var olmadığı bir tane bile topluluğa rastlamamışlar. Her zaman mutluluk uyandıran bir deneyim olmamasına rağmen aşk, çelişkileriyle, dengesizliğiyle, ani sıçrayışları ve çöküşleriyle pek çok soruyu yüzyıllar boyunca beraberinde getirmiş. Fisher’a göreyse iki soru, diğer tüm sorulardan sıyrılarak en başa geçmeye hak kazanmış:
Aşık olduğunuz biri tarafından hiç reddedildiniz mi?
Hiç size aşık olduğunu bildiğiniz birini terk ettiniz mi?
Yapılan araştırma sonucu, bu sorularla karşı karşıya kalan kişilerin yüzde 95’i iki soruya da evet yanıtını vermişler.
Bu denkleme göre Fisher, “Neredeyse kimse, hayatı boyunca aşktan sağ çıkabilmiş değildir.” diyor. Belki de bu sebepten uygarlıkları, mitleri ve destanları tesiri altına alan aşk olgusu hakkında çalışmalar yaparak insanlığı aşkın kimyası ve beynin aşka verdiği tepki üzerine düşünmeye davet ediyor.
Ödül merkezinde aşk
Aşkla karşılaştığında ventral tegmental adı verilen beynin ön tavan bölgesindeki A10 hücreleri aktif hale geçerek beynin diğer bölgelerine dopamin iletimi gerçekleştirir. Aşık olduğunuzda ilk salınım aktivitesinin gözlemlendiği bu ön tavan bölgesi, ödül bölgesi olarak da adlandırılır. Bölge, bilişsel düşünce bölgesinin hemen altında yer alır ve isteme, özleme, odaklanma, motivasyon gibi yoğun duygularla birebir ilişki halindedir.
Aşk ile uyarılan ödül bölgesi, aynı zamanda uyarıcı maddelerin etki yarattığı bölge olarak da bilinmektedir. Ancak uyarıcı maddelerin etkisi zamanla geçerken aşkın etkisi bölgeyi uzunca bir süre hakimiyeti altında tutar. Fisher’a göre, aşık olduğunuzda artık beyninizin bu bölgesinde kamp yapan birisi vardır. Onu göndermek ve düşünmekten vazgeçmek oldukça zordur.
Duygusal bağ kurduğunuz kişi tarafından reddedildiğinizde ödül bölgesinde işler kötüye gitmeye başlar.
Helen Fisher, sinirbilimi ile ilgilenen Lucy Brown ile birlikte yürüttüğü bir projede, beynin ödül bölgesinde terk edilme ve reddedilme durumları esnasında aktivite gösteren üç temel bölge tespit ettiklerini açıklıyor.
Terk edildiğinizde, ilk aşık olduğunuz zaman harekete geçen ödül bölgesi yoğun bir şekilde aktivitesine devam ediyor. Yıllardır çözülemeyen “En güzel aşk zor olandır.” denklemi aslında bu şekilde açıklanmış oluyor. İstenmediğinizi bildiğiniz veya zor olan bir durumun peşinden ısrarla gittiğiniz bir durumda beyin kendi ödül bölgesinde isteme, odaklanma ve motivasyon gücünü arttırarak yoğun romantik aşkın çok daha fazla hissedilmesini sağlıyor.
Şair Terence’ın da dediği gibi, “Umut azaldıkça aşk artıyor.”
Terk edilmenin verdiği psikolojik hasarla aktivite gösteren bir diğer bölge, kazanç ve kayıpların ölçümlendiği bölge. Beyin; karşılaştığı bir olay ve durum sırasında direkt olarak neyin yanlış gittiğine odaklanarak kayıplarını hesaplamaya başlıyor. Bu hesaplama sürecinde tekrar “nucleus accumbens” olarak da adlandırılan ödül bölgesi devreye girerek kaybı kazanca çevirme içgüdüsünü harekete geçiriyor.
Hareket halinde olan üçüncü bölge de beynin başka bir bireyle derin bağ kurmasına yoğunlaşan kuvvetli bağ bölgesi. Çevredeki her şeyi daha az önemli hale getiren bir odaklanma tavrıyla beyin, yoğun duygular hissettiği bireye odaklanıyor. Bu durumda güçlü bir motivasyon ve istekle bütün hayatınızı riske atarak o kişiyi kazanmak istemeniz mümkün hale geliyor.
Aşkı temel bir ihtiyaç hali olarak belirten Fisher, Plato’nun yaklaşık 2000 yıl kadar önce dile getirmiş olduğu aşkı ve aşkın çıkış noktasını en güzel şekilde açıklayan bir cümlesinin altını çiziyor.
“Aşk Tanrısı, ihtiyaç durumunda var olur. Aşk bir gereksinimdir. Bir dürtüdür. Homeostatik bir dengesizliktir. Açlık ve susuzluk gibi, onu yok etmek imkansızdır.”
Bu tanımlamaya ek olarak Fisher’a göre aşk, iyi ve karşılıklı ilerlediği durumda mükemmel, işlerin ters gittiği koşullarda ise korkunç bir bağımlılık. Bu söylemini Psikolog Doktor Art Aron’un iyi ve karşılıklı ilerleyen uzun süreli ilişkiler üzerine çiftlerin beyin fonksiyonlarını incelediği bir araştırma ile de destekliyor.
Araştırmanın sonuçlarına göre, incelenen insanların beyninde 25 yıldır birlikte olmalarına rağmen hala birbirlerine ilk günkü gibi aşık olmalarını bilimsel olarak açıklayan bir durum söz konusu: Bu çiftlerin, ilk aşık oldukları zaman harekete geçen ödül merkezlerindeki aktivite ve dopamin salınımı hala aktif!
Sonuç olarak aşk, beynimize işlemiş bir halde, ruhumuzda, bedenimizde, tüm hücrelerimizde daima bizimle. Ondan kaçış olamayacağı gibi yapabileceğimiz tek şey onu öğrenmek ve anlamlandırmak.
Kaynak: TedTalks