YAZAN: BURCU ERBAŞ

Daha önce hiç bitki bazlı et yediniz mi? Yakın zamanda kötü şöhretli fast-food zinciri Burger King’e bile “Planty Whopper” olarak dahil olmuş olan bitki bazlı etler modern beslenme alışkanlıklarımızda ciddi bir değişim yapma potansiyeline sahip. Peki, böyle bir gücü hak ediyor mu? Hayvansal et ile karşılaştırıldığında ne gibi farkları; artıları ve eksileri bulunuyor? Gerçekten de bitki bazlı et gezegenimiz için daha iyi bir seçenek mi oluşturuyor? Sizin için araştırdık!


Hayvan eti tüketmek gezegene zarar mı veriyor?

Hayvansal et tüketme eylemi tek başına düşünüldüğü zaman tabi ki gezegene zarar vermiyor. Besin zinciri tüm canlılar; insan, hayvan, bitki ve mantarların yaşamlarını sürdürmek adına doğal olarak birbirlerinden beslendikleri kapalı bir döngüyü veya okullarda öğretildiği diğer formuyla piramidi temsil ediyor. Hayvansal gıda tüketiminin gezegene zarar vermeye başlaması da bu piramit analojisi ile başlıyor. En alta avların, en tepeye ise avcıların yerleştiği bu gösterimde insanlar diğer tüm canlıların en üstüne; süper avcı olarak yerleşiyor.

Bu üstten bakan pozisyonun temellerini attığı modern et kültürü de zincirin altında kalan tüm canlılara yıkıcı boyutlarda zarar vermeye başlıyor. Hayvansal et tüketmenin doğallığı ve döngüselliği artan insan popülasyonu ve ekstrem noktalara ilerleyen tüketim alışkanlıkları altında eziliyor. Günümüzde süregelen çevre dostu beslenme tartışmasının odağında da hayvansal et tüketmenin kendisinden çok modern et üretim ve tüketim kültürü yani endüstriyel hayvancılık yatıyor.

Hayvansal etin çevresel ayak izi

Global sera gazlı salımının %14.5’lik bölümü sadece endüstriyel hayvancılıktan kaynaklanıyor. Her yıl milyarlarca hayvan ve önemli sayıda tür, modern beslenme kültürü içerisinde yok oluyor. Özellikle büyük baş hayvancılık geniş toprak alanları gerektirdiği için birçok ormanlık alan, özellikle Amazon bölgesi, global et talebine karşılık vermek için izinsizce kesiliyor, yakılıyor. Bunun bir etkisi olarak araştırmalar yaklaşık 17,000 türün yaşam alanını tehdit altında olduğu, 1280 türün ise habitatlarının %25’ini 2050 yılına kadar kaybedeceğini gösteriyor.

Global et kültürünün yıkıcı etkisi basit bir hesaplama ile çok net anlaşılıyor: Şu anda Dünya çapında hedeflenen net sıfır karbon salınımı sağlansa bile aynı üretim ve tüketim düzeyinde tutulan hayvancılık sektörü gezegeni bir daha geri döndürülemeyeceği eşik noktasına yani çevresel kıyamete sürüklemeye yetiyor.

Bitki bazlı et nedir?

Bitki bazlı et çevresel, etik ve sağlık nedenlerden ötürü hayvansal eti bırakmak isteyen kişilerin et muadili arayışı sonucu doğuyor. Modern beslenme kültürü içerisinde köklü bir yeri bulunan hayvansal etten; besin değeri, tadı, dokusu, elverişliliği veya alışkanlıktan ötürü uzaklaşamayan kişiler bitkisel kaynaklardan üretilmiş “yapay, laboratuvar, muadil” et arayışına giriyor. Kökleri 1970’li yıllara dayanan bitki bazlı et endüstrisi günümüzde tarihindeki en büyük hacmine ulaşıyor.

Bitkisel bazlı protein; nohut, bezelye, mercimek, soya gibi gıdalar kullanılarak üretilen bitki bazlı etler için etik değerlerin dışında çok daha az temiz su ve tarım alanı kullanımı gerektirdiği ve minimal düzeyde karbon salınımına yol açtığı için gezegen sağlığı için daha iyi olduğu savunuluyor.

Bitki bazlı et neden sürdürülebilirlik tartışmasına dahil ediliyor?

Bitkisel proteinlerin hayvansal proteinlerden çok daha küçük bir çevresel ayak izleri olduğu zaten biliniyor. Tartışmanın odak konusu da ana protein kaynağından çok işlem görme süreci üzerinen yürütülüyor. Bitki bazlı etler de aynı hayvancılık sektörü gibi endüstriyelleşiyor. Büyük fabrikalarda, önemli ölçüde enerji ve katkı maddesi harcanarak uzun sürelerde hazırlanan, çoğu zaman plastik paketlemeler içerisinde uzak yerlere ihraç edilen bitki bazlı etler, kendi içlerinde bir paradoks yaratıyor.

Aynı zamanda hayvancılık sektörü içerisinde yaşanan biyoçeşitlilik azalması bitki bazlı et üretiminde de görülebiliyor. Monokültür yani tek tip mahsülün yetiştirilmesi, toprağın verimini ve biyoçeşitliliği azaltıyor. Çoğu bitki bazlı etin kaynağı olan soya da bir monokültür ürünü olarak karşımıza çıkıyor.

Tüm bu nedenlerin birleşimi de birçok kişiyi bitki bazlı etin iklim krizi karşısındaki efektifliğini sorgulamaya itiyor.

Hangisi daha çevre dostu: Hayvansal et vs. Bitki bazlı et

Bu konuda araştırmalar her iki eti tam bir yaşam döngüsünü; üretimden atığa dönüşmesine kadar olan sürecin çevresel ayak izi; karbon, su, toprak alanı harcamalarını hesaplayarak sıralama yapıyor. En yüksek karbon ayak izine sahip kırmızı etlerden daha düşük skorlara sahip tavuk ve balık etine kadar her tür hayvansal gıda, bitki bazlı etlerden daha büyük bir çevresel ayak izine sahip çıkıyor.

Final sonuç: Bitki bazlı et gezegenimiz için daha iyi

Bitki bazlı etlerin üretiminden paketlemesine kadar çok daha düşük bir çevresel ayak izine sahip olması, biyoçeşitliliğe ve doğal yaşam alanlarına minimal düzeyde zarar vermesi, hayvansal et merkezli beslenme alışkanlıklarımızın zorunlu değişiminde kritik bir rol oynayacağına işaret ediyor. Gereksiz canlı zulmünün, hayvanlardan bulaşan hastalıkların, toksin yükünün ve endokrinoloji rahatsızlıklarının büyük ölçüde azalacak olması bitki bazlı etleri tüm canlıların refahı açısından daha iyi bir alternatif yapıyor.

Tartışmanın çok daha ötesinde ise işlenmemiş, taze ve mümkünse organik sebze, meyve, tahıl ve baklagillerin yer aldığı bitki bazlı bir diyet izlemenin hem insan hem de gezegen sağlığı için en iyi seçenek olduğu gerçeği yatıyor. Bu nedenle seçenekler hayvansal et, bitki bazlı et ve işlenmemiş bitkisel proteinler arasında ise doğru cevap genellikle sonuncu oluyor.




Burcu Erbaş

1997 yılında Antalya’da doğan Burcu, İstanbul Saint Joseph lisesinde eğitim gördü. 2020 yılında Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Erasmus programı ile bir sene boyunca eğitim aldığı Sciences Po Paris’te çevre politikaları, sürdürülebilirlik ve ekoloji üzerine dersler aldı. Öğrendiklerinden çok etkilenen Burcu yaşam tarzını çevreye duyarlı olacak şekilde...



BLOOM SHOP