Bağlanmak, sonra o bağları çözmek zorunda kalmak, acımak, sevgiden kaçmak ve bir sarmalın içinde dönüp durmak bir hamster gibi… ‘Samsara’…
Bazılarımız artık o kadar yorulduk ki acımaktan, acıtmaktan, incinmekten, incitmekten, kalplerimizi kapatıp, hiç bağlanmamayı tercih ediyoruz. Kendimizi korumak adına kalplerimizi kapatıyoruz ama hayat da o derece tatsızlaşıyor. Kimimiz kapanmış kalplerimizle, bu tatsız ve monoton hayata alışmaya çalışıyoruz. Kimimiz, inadına mücadele etsek de incinmeyeceğimiz sevdalara kavuşacağımıza bir yanımızla inanmıyoruz.
Kuantum biliminin son bulgularına göre, insanlar olarak biz yaşamımızı duygu, düşünce ve niyetlerimizle yaratıyoruz ve neye inanırsak, onu gerçek kılıyoruz. Değerli Üstat Metin Bobaroğlu bir sohbetinde şu cümlesiyle kuantum bilimini kısaca özetlemişti: “Var dersen var, yok dersen yok.”
Geçmişin geleceğe yansıması
İnsan beyni, geçmiş deneyimlerini geleceğe yansıtır ve bu gerçekliği tekrar tekrar yaratır. Bu, bir nevi sürekli aynı geçmişi yaratmak anlamına gelir. Örneğin, aşk sizi bir kere incittiyse, hep incineceğinizi zannederek korunma duvarları örersiniz. İşleriniz birkaç kere ters gitmişse, talihsiz biri olduğunuza inanmaya başlarsınız.
Küçükken anneniz sizi yanlışlıkla kucağından düşürdüyse bu dünyanın güvenilmez bir yer olduğuna, babanız bir kere öfkelenip bağırmışsa sevilmeye değer olmadığınıza inanmaya başlarsınız. Bu geçmişi geleceğe yansıtmalar, yan öğrenilmiş gerçeklik, inançlar yoluyla geçmişin tekerrür etmesine sebep olarak, geleceğin ‘yepyeni’ olmasını engeller. Bu sebeple pek çok kuantum ustası ‘fikrini değiştir, dünyan değişsin’ diyor.
Geçmişte biz ya da sevdiklerimiz pek çok yaralar almış olabiliriz. Ancak gerçek şu ki, bu yaraları biz tekrar tekrar yaşamak zorunda değiliz. Gelecek sıfır kilometre bir araba gibi. Yepyeni. Geçmişe bir çizgi çekmeyi göze aldığımız takdirde, yeni bilgi, duygu, düşünce ve inançlarla yeni bir gerçeklik yaratabiliriz. Sistemimiz buna muktedir.
Yansımların bağlanma stilimize etkisi
Gelelim bağlanmak konusuna. Bağlanmak, bireyin başka bir kişiden yakınlık bekleme eğilimi ve bu kişi yanında olduğunda kişinin kendini güvende hissetmesi. John Bowlby bağlanma kuramında, çocukların 1 yaşına kadar bağlanma şekillerini inceliyor. Bowlby’ye göre çocukluğumuzda, genellikle anneyle, veya ilk bakımımızı yapan kişi kimse onunla olan ilişkimiz bağlanma biçimimizi belirliyor. Hayata ilk adım attığımız günlerde annemizle, emme, sokulma, uzanma, bakışma, gülümseme ve ağlama yoluyla bağ kuruyoruz.
İlginizi çekebilir: Korkusuzca Bağlanmak Mümkün Mü?
John Bowlby’ye göre, insanlar, sosyal varlıklar ve diğer insanlar onların sadece temel ihtiyaçları değil. Aynı zamanda da diğer insanlarla bağlanmak istiyoruz. Bağlanma kuramına göre bir kişinin erişkinliğinde kuracağı ilişkinin niteliği ve insanlardan beklentileri, kişinin annesiyle/bakımını ilk yapan kişiyle arasında kurduğu bağlanma ilişkisine göre belirleniyor.
Yani biz bir ilişkinin içinde fazlaca bağlanıp, ondan kopamıyorsak, onu bir bağımlılık haline getiriyorsak ya da bir elimiz tokmaktaysa veya bağlanamıyorsak, Bowlby’ye göre bu, korku ve stres anlarında anne-çocuk arasındaki ilişkinin nasıl olduğuna bağlı olarak belirleniyor.
Bu kurama göre üç çeşit bağlanma var:
Güvenli bağlanmak
Yakın ilişkilere değer vermek, insanlarla sağlıklı ve yakın ilişkiler geliştirmek, bağlanabilmek, ilişkileri sürdürebilmek, ancak bu esnada özerkliği de korumak demek. Güvenli bir sevgiyle birbirimize bağlandığımız zaman, dopamin (zevk), oksitosin (bağlanma, sevgi), vasopressin (sadakat) hormonları salgılıyoruz. Bu hormonlar, bağışıklık sistemini desteklemeye, insanın yaşadığını hissetmesine yardımcı hormonlar.
Kaygılı bağlanmak
Kendinden çok başkalarına güvenmek. İlişkilerinde başkalarını üstün, kendini ise değersiz görmek, bırakılmaktan ve terk edilmekten korkmak demek. Kaygılı bağlananlar yalnızlıktan, yalnız kalmaktan çok korkarlar. Yakınlarına bağlılıktan çok bağımlılık geliştirirler. Başkalarının varlığının kendilerine ilaç olabileceğini düşünürler.
Kaçıngan bağlanmak
Kendini değersiz görmek, sağlıklı bağlar ve yakın ilişkiler kuramamak, bağlanmaktan kaçmak demek.Kaçıngan bağlanan insanlar ne bağlanırlar, ne de birilerinin kendilerine bağlanmasına tahammül ederler.
İnsan kompleks bir varlık. Kişilerin kim olduğuna bağlı olarak hayatta bağlanma şekillerimizin de değişkenlik gösterdiği bir gerçek. Dostlarımızla bağlandığımız şekilde sevgililerimizle, sevgililerimizle bağlandığımız şekilde ailemizle bağlanmıyoruz. Bu teoriyi fikir vermesi ve kimlerle ilişkilerinizde kaçıngan ya da kaygılı bağlandığımızı sorgulamamıza kapı açması açısından paylaşıyorum.
Eskiden genetik determinizme yani genlerin değişmeyeceğine inanılırdı. Oysa bugün bilimsel araştırmalar genlerin değiştirilebileceğini söylüyor. Geni bile değiştirebiliyorsak, bağlanma biçimimizi ne derece değiştirebiliriz, düşünün. Böyle gelmişse de böyle gitmek zorunda değil.
Siz hayata, insanlara, aşklarınıza nasıl bağlanmayı seçmek istiyorsunuz?
İlginizi çekebilir: “How I Met Your Mother” Karakterleriyle Bağlanma Stilleri