YAZAN: DR. NİL KESKİN KELEŞ

İlişkiler, sağlık ve maddi konuların ardından insanın zihnini ve kalbini en çok meşgul eden konulardan biri, öyle değil mi? Kaliteli bir yaşam sürebilmek için öz irade ve bilinçle kurulan ilişkiler artık vazgeçilmez bir temel kazanım haline geldi. Düşünsenize ne çok etkileyen faktör var, bir ilişkinin sağlıklı, dengeli hatta özlenen aşkla yürüyebilmesi için… İlişkiler artık sadece aşk ve uyumla değil, geçmişin kalıpları ve bugünün karmaşasıyla da sınanıyor. Çiftler hem yüzyılların ilişki mirasını hem de modern hayatın zorluklarını aynı anda omuzluyor. Bu da onları zaman zaman rakiplere bile dönüştürebiliyor. Peki, ilişkilerde rekabet hangi psikolojik köklere dayanır? Ve en önemlisi, yerini nasıl sağlıklı bir dengeye bırakabilir? Bu yazıda, sevgi dolu ve sürdürülebilir bir ilişki için yeni bir pencere açıyoruz!


İlişkilerde rekabetin kök sebepleri neler?

Romantik ilişkilerde zaman zaman farkında bile olmadan ortaya çıkan rekabet duygusu, aslında çok daha derinlerde, çocukluk deneyimlerimizde ve toplumsal rollerimizde şekillenen bir yapıya sahip. Bu duygu, yalnızca bireyin karakter özelliklerinden değil; aynı zamanda içinde büyüdüğü aile yapısından, toplumun yüklediği kalıplardan ve kolektif bilinçten beslenir. Okullardaki rekabeti, arkadaşlıkları, iş ve sosyal hayatın dayatılan kıyaslamalarını, özendirmelerini ve hatta eril ortamlardaki sürekli lineer büyüme beklentilerini şöyle bir düşünelim…

1. Çocuklukta başlayan görünmez mücadele: En sevilen olma yarışı

İlk rekabet hissini çoğumuz, henüz küçük bir çocukken aile içinde deneyimleriz. Özellikle kardeşlerin olduğu ailelerde, “en sevilen çocuk” olmak için verilen çaba, bilinçli ya da bilinç dışı bir mücadeleye dönüşebilir. Anne ya da babanın onayını almak, daha çok ilgi görmek, takdir edilmek gibi istekler, zamanla bir yarışa dönüşür. Bu yarışta kazanmak için çocuk, kendini sürekli kıyaslar, çabalar ve çoğu zaman bu hissi farkında bile olmadan içselleştirir.

Freud’un Oedipus kompleksi teorisi, çocuğun ebeveyniyle özdeşleşip rakip olarak görmesinin ne kadar erken yaşlarda başladığını gösterir. Nancy Chodorow ise bazı anne-kız ilişkilerinde annenin, kızını kendi uzantısı gibi görmesinin rekabete yol açabileceğini vurgular. Bu ve benzeri yaklaşımlar, aile içinde koşulsuz sevginin nasıl rekabetle karışarak koşullu sevgiye dönüştüğünü gözler önüne serer.

Tüm bu dinamikler, çocuklukta öğrenilen ilişki kalıplarının yetişkinlikte nasıl tekrarlandığını anlamamıza yardımcı olur. Sevilmeye ve takdir edilmeye duyulan ihtiyaç devam eder fakat artık ebeveynlerin yerini partnerler almıştır. Eğer bu kalıplar fark edilip dönüştürülmezse, sevgiye ulaşmanın yolu yalnızca geçmişten taşınan davranış kalıplarına sıkışır ve ilişki döngüleri sürekli tekrar eder. Ancak unutmayalım, insan öz farkındalığı ve eyleme geçme kabiliyetleri ile bu kısır döngüleri kırabilir, hatta kendi varoluşu için kırmak da zorundadır.

2. Toplumsal kodlar ve kadın-erkek rolleri: Denge arayışında kırılmalar

Rekabetin başka bir kaynağı da toplumsal rollerin bireyler üzerindeki baskısıdır. Kadının hem kariyer dünyasında hem de özel hayatında karşılaştığı mükemmel olma hali ve kimi zaman çifte standartlar, ilişkilerde dengeyi yıkabiliyor. Geleneksel olarak “bakım veren” rolüyle tanımlanan kadın, günümüzde bu kalıpların dışına çıkıp ekonomik ve entelektüel başarılar elde ederken yorgun düşüyor. Ancak bu ilerleme, toplumsal zihniyetin gerisinde kalmış ilişkilerde çeşitli gerilimler yaratabilir.

Deloitte’un 2024 tarihli “İş Hayatında Kadın” raporuna göre, kadınların %20’si evdeki birincil gelir sağlayıcı konumunda. Buna rağmen, bu kadınların %48’i çocuk bakımının büyük kısmını hala kendilerinin üstlendiklerini belirtiyor. Bu veri, hem iş yerinde hem de evde aktif roller üstlenen kadının, aynı zamanda görünmez bir rekabet ve yük altına girdiğini açıkça ortaya koyuyor.

Erkek partner, geleneksel rol beklentisiyle partnerinin başarılarını farkında olmadan tehdit olarak algılayabilir. İşte zorlayıcı hisler ilişkilerde çatışmaları tetikler; taraflar birbirinin yükünü paylaşmak yerine, güç savaşlarına girebilir.

3. Egonun rolü: Kim üstün, kim geride kalıyor?

Rekabetin bir diğer psikolojik ayağı da egodur. Ego, bireyin benliğini koruma, değerli hissetme ve kendini gerçekleştirme isteğidir. Sağlıklı bir ego, bireye öz güven kazandırır, kişisel sınırlar koymasına yardımcı olur. Ancak ego, şiştiğinde; yani birey her zaman haklı, üstün, başarılı ve “daha fazla” olmak istediğinde, ilişkide denge sarsılır. Ego içinde korkuyu, kaygıyı barındırdığı için yönetilemediğinde sevgiyle başlayan bir ilişkiyi korku, kaygı, koşul temelli bir hale adım adım dönüştürebilir. 

Romantik bir ilişkide iki partner de zaman zaman başarıyı, görünürlüğü ya da “haklı olmayı” arzulayabilir. Ancak bu istek, bir diğerinin önüne geçme dürtüsüyle birleştiğinde, rekabet başlar. Çünkü her iki taraf da kendi benliğini onarmaya çalışırken, karşısındakinin ihtiyaçlarını göremez hale gelir.

Egonun seni ele geçirdiğini nasıl anlarsın?

Kendine şunu sor: Şu anda bu tartışmada haklı çıkmak mı yoksa bu durumu çözmek mi istiyorum? Tam olarak şu an neden korkuyorum? Neden kaygılıyım? 

Bu minik öz farkındalık anı ilişkideki davranış ve düşüncelerinin altında yatan farkında olmadan taşıdığın ve aktardığın niyeti önce kendin için görünür kılacaktır. Görebildiğini de kolayca değiştirme şansı elde edersin. Eğer korku temelli bir davranışsa lütfen fark et. Bunu dönüştürme gücü sende var. Şefkatle bunu ele alabilirsin. Tekrar bir değerlendirme yapabilirsin. 

Rekabetin ilişkilerde yarattığı sorunlar neler?

Rekabetin sağlıksız bir şekilde ilişkiye yansıması, pek çok soruna yol açar. Özellikle birbirine rakip olan partnerler, daha fazla güç mücadelesi ve kontrol ihtiyacı hissederler. Partnerlerden birinin her zaman “kazanan” olma isteği, diğerini “kaybeden” konumuna sokar. Bu da ilişkiye zarar verir çünkü ilişki, iş birliği, destek ve ortak değerler üzerine kurulmalıdır, rekabet üzerine değil.

Rekabetin bir başka olumsuz etkisi, empati eksikliği yaratmasıdır. Her birey kendi başarıları ve duygusal ihtiyaçlarıyla ilgilenirken, partnerin ihtiyaçlarına odaklanmak ikinci plana düşer. Kişisel tatmin ve başarı, karşılıklı anlayış ve destekten daha önemli hale gelir. Bu durum, çiftlerin birbirlerini anlamakta zorlanmasına ve doğal olarak, iletişimde kopukluklar yaşanmasına yol açar.

Sağlıklı bir ilişki için dengenin anlamı nedir?

Bir ilişkiyi sağlıklı kılan en temel unsurlardan biri dengedir. Ancak bu denge, sıkça sanıldığı gibi her şeyin bire bir eşit olması anlamına gelmez. Denge, daha çok enerjilerin, sorumlulukların ve duygusal paylaşımların karşılıklı olarak akması, bir uyum hali yaratmasıdır. Eşitlik burada, aynılık değil; karşılıklı görünürlük ve değer verme olarak karşımıza çıkar.

Her birey, ilişkide farklı dinamiklerle yer alabilir: biri daha çok yaratıcıdır, diğeri daha çok yapılandırıcı… Biri hayal kurar, diğeri hayalleri hayata geçirir. Burada asıl mesele, bu farkların bir üstünlük sebebi değil, tamamlayıcılık olduğunun anlaşılmasıdır. Duygusal olgunluk seviyesinde bir ilişkide, partnerlerin farklılıkları çatışma değil, gelişme sebebidir. Ve evet, sağlıklı bir denge mümkün. Peki nasıl? Bunun için Yeni Eril ve Dişil’in kodları bize rehber oluyor. 

“Yeni Dişil”in ilişkilerdeki rolü: Alma, şefkat ve sezgisel güç

Kadim dişil enerji, alma, dönüştürme ve yaratma gibi ruhsal ve duygusal katmanlarla ilgilidir. Günümüzde kadınlar, bu dişil enerjiyi yeniden tanımlama sürecinden geçiyorlar. Bu dönüşümü, Fem-Heal yaklaşımı ile desteklemeye çalışıyoruz. Çünkü birden olabilecek bir değişim mümkün değil. Fem-Heal’in üzerine inşa ettiğimiz “Yeni Dişil”in 9 temel kodu — alma, arınma, yaratım, dönüştürme, cesaret, şefkat, ifade gücü, sezgisellik ve birlik — aslında bir kadının hem bireysel hem de ilişkisel olarak daha sağlam bir zeminde var olmasını sağlıyor. İlişkideki daha önce bahsettiğim korku temelli eğilimleri dönüştürmek için oldukça güçlü bir yol bu… 

Bu kodları aktif hale getiren bir kadın; sevgi ve onayı dışarıda aramak yerine kendi içinde bulur, şefkatli bir yaratım gücüyle hayatını, ilişkilerini yeniden kurabilir. Duygusal anlamda yetkin hale gelen bu kadın, ilişkilerinde güç savaşına değil, ortak dönüşüme odaklanır. Partnerini değiştirmeye çalışmak yerine onun ihtiyacını sezebilir, duygusal zekasını kullanarak karşılıklı anlayışı artırabilir. Çünkü “rekabet” yerine “bağlantı” kurmayı seçmiştir.

“Yeni Eril”in ilişkilerdeki rolü: Güven, vizyon ve tezahür

Öte yandan erkekler de artık topluma, kendine hizmet etmeyen eril kodlardan arınarak yeni bir tanım üzerinden kendi benliklerini inşa etme sürecindeler. Mas-Heal yöntemiyle ifade edilen Yeni Eril’in 9 kodu — birlik, vizyon, ifade gücü, merhamet, cesaret, tezahür, yükseliş, vericilik ve teslimiyet — bu yolculuğu destekleyen derin bir enerji haritası sunar.

Yeni Eril olmak, yalnızca eski algı olan güçlü olmakla değil, aynı zamanda anlayışlı, sorumluluk sahibi ve duygusal olarak farkında olmakla ilgilidir. Bu kodları içselleştiren bir erkek; sadece kendi ihtiyaçlarını gözeten değil, ilişkide karşılıklı doyumu önemseyen biri haline gelir. Sevgiyi gösterebilmekten, duygularını açıkça ifade edebilmekten korkmaz. Aynı zamanda partnerinin gelişim yolculuğuna destek olur ve ilişkiyi bir “rekabet alanı” olarak değil, bir “birlik alanı” olarak görmeye başlar.

Eril ve dişilin uyumunda gerçek partnerlik

İlişkilerdeki en derin dönüşüm, içimizdeki eril ve dişil enerjilerin dengelenmesiyle başlar. Kadın ya da erkek fark etmeksizin, her bireyde hem alma hem verme, hem sezgi hem yapılandırma kapasitesi vardır. Bu iki enerji dengelendiğinde kişi hem kendi potansiyeline ulaşır hem de hayatına bu yüksek frekansa uyumlu bir partneri çekebilir. Kendi içsel dengesini kurabilen bir birey, artık karşısındaki kişide eksiklik aramaz. Birlikte yaratmak, birlikte iyileşmek ve birlikte evrilmek, ilişkinin ana motivasyonu haline gelir.

Denge rekabetin karşıtı değil, evrimidir

Bence tam da bu nokta çok önemli. Rekabeti dengeyle ele almak, doğadaki gibi uyum yaratır. Özümüze dönmek ve içsel parçalarımızı bilinçle birleştirmek, ilişkilerdeki evrimin anahtarıdır. Sağlıklı ilişkiler, eşitlikten çok, birbirinin yolculuğuna tanıklık edebilmeyi gerektirir. Kadının sezgisel dönüşüm gücüyle erkeğin vizyoner desteği buluştuğunda, aşk bir güç savaşından ruhsal bir yolculuğa dönüşür. Bu yol, önce bireyin kendi içinde bütün olmayı seçmesiyle başlar. 

Bu yüzden kadın ve erkek herkesin kendi içinde önce bütün ve tam olmaya odaklanması önemli bir çıkış yolu… Sonuç ise, rekabetten dengeye geçiş!

İlişkilerdeki rekabetin sağlıksız olduğunu anlamak, her iki taraf için de hayatı dönüştürebilir. Rekabetin yerine iş birliği, destek ve birlikte büyüme anlayışının geldiği bir ilişki, her iki partnerin de duygusal olarak gelişmesini sağlar. Bireysel hedeflerinizin peşinden gitmek kadar, partnerinizin hedeflerine destek olmak ve başarılarını kutlamak da önemlidir. Dengeyi kurduğunuzda, ilişkinin kalitesi artar, birlikte geçirdiğiniz zaman daha değerli hale gelir. Bu konularda derinleşmek isterseniz “Yeni Dişil” ve “Yeni Eril” kitaplarımı; geliştirdiğimiz “Goddess App” ve “Gent App” iyi yaşam mobil uygulamalarını inceleyebilirsiniz.





BLOOM SHOP