İklim değişikliğini ilk defa sayıları azalmakta olan kutup ayıları ile duymaya başladık. Sonra artan fırtınalar, seller, yangınlar, kuraklıklar, hızla eriyen buzullar, ardı ardına kırılan sıcaklık rekorları derken iklim değişikliğinin etkilerinin daha önce hiç görmediğimiz kutup ayıları ile sınırlı kalmayacağını anlamaya başladık.
Bilim dünyası artık iklim değişikliği var mı yok mu diye tartışmıyor, bilimsel veriler ortada. Durum aslında o kadar vahim ki iklim değişikliği değil iklim krizi terminolojisi tercih ediliyor.
Çünkü evet, gerçek bir krizin içinde yaşıyoruz. İnsanlığı dahi tehdit eden iklim krizi, Dünya’nın bütün ekolojik sistemlerinin dengesini bozarken bunun sonuçları 10 yıl gibi kısa bir sürede çok daha belirgin hale gelecek.
Dünya’nın milyonlarca yıl içinde dengeli ve çok yavaş değişen düzeni, Antroposen Çağı olarak adlandırılan son 70 yılda çok büyük değişimlere maruz kaldı. Dünya’nın yaşama elverişliliğini tehdit eden bu değişime insanların sebep olması ise esaslı bir trajedi.
Küçük büyük artış
Artık yerkürenin sıcaklığı neredeyse 1 derece artmış durumda. Bu önemsenmeyecek kadar küçük görünse de yarattığı etki bakımından oldukça büyük bir artış. Bu değişikliğe adapte olamayan gezegenimiz ve canlılar ise tehdit altında. Yapılan çalışmaların sonuçlarına göre önlem alınmadığı takdirde Dünya’nın sıcaklığı yükselmeye devam edecek.
2019 Temmuz ayı Kuzey Yarımkürede kayıtlara geçen en sıcak ay oldu. Geçtiğimiz ekim ayı ise en sıcak ekim olarak tarihe geçti. Yine geçen aylarda Venedik’te deniz seviyesi neredeyse 2 metre yükseldi ve son 50 yılın sel baskını yaşandı, 2019 yılı aynı zamanda yangınlarında arttığı bir yıl oldu.
İklim krizi ve artan yangınlar
Oksijenimizin yüzde 20’sinin üreticisi ve karbon deposu olan Amazon Yağmur Ormanları’nın kuru sezonunda meydana gelen ve haftalarca süren yangın kasıtlı olarak (özellikle tarımsal alan ve mera açmak için) çıkarılmış olsa da iklim krizinin bu yangına elverişli bir ortam yarattığı düşünülüyor.
2019 yazında ülkemizde de İzmir’de üç gün süren ve Karşıyaka İlçesi büyüklüğünde bir orman yangını meydana geldi.
Tarihinin en sıcak ve kurak yazını geçiren Avustralya hala çok büyük bir yangınla mücadele ediyor. Geçtiğimiz Kasım ayından bu yana devam eden yangında, şu anda kadar Belçika’nın iki katı büyüklüğünde bir alan yandı. Yaklaşık 500 milyon hayvanın öldüğü ve bazı türlerin tamamen yok olduğu tahmin ediliyor. 20’nin üzerinde insanın da hayatını kaybettiği bildiriliyor. Dumanların oluşturduğu bulutlardan düşen şimşekler yeni lokasyonları alevlendiriyor. Güney yarımkürede henüz başlayan yaz mevsimi nedeniyle artmaya devam eden hava sıcaklıklarının inatçı rüzgarla birleşerek yangını körükleyeceği tahmin ediliyor.
İlginizi çekebilir: Avustralya’daki Yangın Tüm Dünyayı Tehdit Ediyor
İklim kriziyle mücadele mümkün mü?
Her geçen gün bu felaket haberlerine bir yenisi daha ekleniyor. Yapılan araştırmalar, iklim krizi ve aşırı hava olayları arasındaki ilişkiyi net şekilde ortaya koyabiliyor. Etkisini ve sıklığını gittikçe artıran doğal felaketlerin temelindeyse insanın her şeye sahip olma arzusu ve kendini dünya kaynaklarının efendisi olarak konumlandırması yatıyor.
Peki iklim krizine karşı hükümetler neler yapıyor? Bu çok uzun bir konu olmakla beraber kısaca, alınan önlemler yeterli değil. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir çalışma, Paris Anlaşması’na taraf olan 184 ülkenin 136’sının karbon azaltım taahhütlerinin yetersiz olduğu ortaya koydu. Trump Yönetimi ise ABD’nin anlaşmadan ayrılması için resmi başvurusunu yaptı. Bizim ülkemiz ise henüz anlaşmaya taraf değil.
Yetersiz kalan bu önlemlerin karşısında, içinden geçtiğimiz bu ‘çağ yangınına’ karşı kolektif ve bütünsel olarak harekete geçmemiz gerekiyor. Çünkü iklim krizi küresel olarak etkisini gösteriyor. Bugün Avustralya’da devam eden yangının etkisini yarın Afrika’da veya Akdeniz’de gözlemlenecek.
İnsanlığın geldiği son noktanın, sahip olduğumuz her şeyin tek kaynağı, Dünya’yı yok etmek üzere olması da çok büyük bir ikilem yaratıyor. Yani bindiğimiz dalı kesiyoruz. Vahşi tüketim alışkanlıklarımızın bizi getirdiği bu krize karşı sürdürülebilir çözümlerle mücadele edebilir, bunları hükümetlerden, özel sektörden, teknolojiden ve bilimden isteyebiliriz.
İnsanlık tarihinin içinde doğaya karşı insan eliyle yapılan en büyük ihanete tanıklık eden bizler bu uyanışın parçası bir olmalı, doğaya dönmeli, doğayla iyileşmeli, doğayla barışmalı ve maddeden çok maneviyata değer vermeliyiz. Doğayla olan kopmaz bağımızın aldığı hasar nedeniyle bir türlü tatmin olmayan ruhlarımızın çağrısını dinlemeliyiz. 2020 yılının insanın elindeki bilimsel gücün, gezegenimizi iyileştirmek ve insanların aydınlanması için kullanıldığı bir yıl olması dileğiyle…
İlginizi Çekebilir: İklim Grevi: Ufukta Kolektif Aydınlanma Var!