Keşke meditasyona mutluyken başlasak; hazır şöyle gözlerimizi kolay kapatabiliyorken ve gözlerimizi kapattığımızda karnımızdaki güzel kıpırtıların, neşeli kalp atışlarımızın, doğal akışındaki nefesimizin keyfini çıkarabiliyorken. Rahat rahat hissedebilsek mutluyken omuzlarımız nasıl, göğüs kafesimiz, çenemiz, karnımızdaki hisler, kalp atışlarımız, nefesimizin temposu…
Mutluyken bedenimiz neler yaşıyor? Mutluluğumuzu çok net hissettiğimiz bir bölgemiz var mı? Ben mutluluğu ……. hissediyorum; boşluğu nasıl doldururdunuz? Bedeninizde mutluluğu net olarak hissedebildiğiniz yer veya yerler var mı?
Mutluluğu nasıl yaşıyoruz?
Belki sadece kafamızda. Mutluluğumuz bedenimize yayılıyor mu yoksa sadece düşüncelerimizde mi kalıyor? Mutlu olduğumuzun ilk sinyalini nereden alıyoruz, bedenimizden mi yoksa düşüncelerimizden mi? Hiç bedenimiz yumuşacıkken, düşüncelerimizin gölgeli olduğu oluyor mu? Ya da bedenen huzursuz hissederken, karnımızda kramplarlar varken, boğazımız çenemiz gerginken düşüncelerimizde “Oh çok iyi gelişmeler bunlar, çok mutluyum.” ya da benzeri şeyler dediğimiz oluyor mu?
Meditasyona genelde işler bizim için çok da yolunda gitmiyorken, derdimize avuntu ararken, huzura, mutluluğa ihtiyaç duyarken başlıyoruz. İşte böyle anlarda da gözlerimizi kapatmak zor geliyor, zaten endişeler sarmış dört bir yanımızı, kendimizi oyalayacak, aklımızı dağıtacak televizyon, Instagram, telefon konuşmaları vs. yerine gözleri kapatıp bedeni hareketsiz bırakmak iyi bir fikir gibi görünebilir ama pratikte çok zorlayıcı olabiliyor.
Zor bir günün ardından, zor geçeceğini bildiğimiz bir güne başlarken ya da tam da o zor anın içinde sessizce oturup gözleri kapatmak sanki “canavarın kucağına” kendimizi atmak gibi geliyor. Bu da çok doğal değil mi?
İlginizi çekebilir: Mutluluk Formülleri
Meditasyona başlamak için mutlu günlerin gelmesini beklemeli mi?
Belki her şeyden önce mutlu olma ve mutsuz olmaya dair düşüncelerimize bir çentik atabiliriz. Nedir mutluluk?
Mihaly Csikszentmihaly’nin Flow (Akış) adlı kitabında, mutluluğu “Hayatımızın iyi ya da kötü her detayına dahil olmak” olarak da tarif ediyor. Csikszentmihaly, “Keşfettiğim şey mutluluğun başa gelen bir şey olmadığıdır.” diyor ve ekliyor: “Kendi iç deneyimlerini kontrol etmeyi öğrenen insanlar hayatlarının kalitesini belirleyebilirler ve bu her birimizin mutlu olmaya en çok yaklaşabileceği durumdur.”
Meditasyon işte tam olarak bunu sağlıyor; hayatımızın iyi ya da kötü her detayına dahil olmayı. Sanmayın ki mutlu insan her zaman keyif içerisinde meditasyon yapıyor, çoğunluk sadece içinden geçiveriyor mutluluğun. Belki kendini çok mutlu hissettiği o anlarda sadece daha fazla mutlu olmak üzerine plan yapıyor, mutluluklarının bir ömür boyu sürmesi için kısa, orta ve uzun vadeli yol haritaları çiziyor. Kendini yaşadığı o ana bırakmak yerine hissettiği mutluluk üzerine zihninde yorumlar üretiyor ve bir de kendi kendini sabote etme alışkanlığı varsa zihninde kura kura o an için hissettiği mutluluğu baltalıyorlar belki de.
Meditasyon ise ne reklam sektörü gibi mutluluğu yüceltiyor ne de nihilizm gibi mutsuzluğu. Çünkü mutluluğun ve mutsuzluğun geçici yapısını biliyor; ne kalıcı bir mutsuzluk var ne de mutluluk. Gündelik hayatta defalarca yaşamışızdır bunu, bir olay bütün gün canımızı sıkar, midemizde bir burkulmayla dolaşırız, sonra bir şey olur, aniden her şey düzelir.
Meditasyon basitçe diyor ki:
“Gel otur şöyle bir, bedenen rahat bir oturuş olsun bu, temposunu hiç değiştirmeden nefesini fark et, nefes alışını, nefes verişini, gözlerin ister açık olsun, ister kapalı şu anda seni çevreleyen sesleri fark et, gözlerin kapalı bile olsa göz kapaklarından içeri süzülen ışığı fark et, burnuna gelen kokuları, ağzın içindeki tadı fark et, ısıyı fark et, bedenini fark et… Kal biraz bütün bu dış uyarıcılarla, nefesinin sesiyle kal, sonraki adımları hiç düşünmeden sadece nefes al ve nefes ver. Nefes al ve nefes ver… Kendini çok sıkışmış hissedersen gözlerini aç, etrafta gezdir, dilediğince zaman tanı kendine, istersen oturuşunda küçük değişiklikler yap ve nefes alıp vermeye devam et.”
Zihninden geçen düşünceler meditasyonun bir parçası, onların arasında kaybolma, dikkatini bedeninde ve zihninde tut. Zihninden, işsiz kalma endişesi mi geçti, bu endişenin zihninden geçtiğini fark et ve dikkatini hızlıca bedenine çevir, bedeninde bu endişenin bir karşılığı var mı?
Zihninden geçen düşüncelerin bedenindeki karşılığı nereler? Mutluluğu nasıl taşıyor bedenin? Mutsuzluğu nasıl taşıyor? Huzursuzluğu? Endişeyi? Coşkuyu? Sabırsızlığı? Çok büyük hislerin peşinde değiliz, bedendeki ufak belki cılız kıpırdamaları hissetmeye çalışıyoruz.
İlginizi çekebilir: Kendini Tanıma Sürecinde Meditasyon ve Analiz
Aklınıza belki “Peki duyguların bedendeki karşılığını görmek neden önemli?” sorusu geliyor
O ufak, cılız sesler aslında bedenimizin bilgeliğini keşfetmek için. Uzmanlar da söylüyor bunu; beden zihinden daha hızlı hissediyor, sadece zihin kadar gürültücü değil ve sesi kısık çıkıyor. Kendimizi meditasyonda hareketsizliğe ve sessizliğe bıraktığımızda, işte aslında o sesi duyma pratiği yapıyoruz. Bedenimizle bağ kurmayı öğreniyoruz. Çünkü biz fark etsek de etmesek de yaşadığımız her şeyin, zihnimizden geçen her düşüncenin aslında bedensel bir karşılığı var.
İş yükü ile sıkışan omuzların, belki aile yemeklerinde kendini ifade edemediği için sinirlenen boğazın, arabada trafik çılgınlığının içinde saatler geçirmek zorunda kalan kalçaların, sevinçle çarpan kalbin, heyecandan pır pır eden midenin… Ve bedenimizin görülmeye ve sahip çıkılmaya ihtiyacı var, tıpkı ağlayan ya da bir şeyi başarmış bir çocuğun kucaklanmaya ihtiyacı olduğu gibi.
Kendimizi daha iyi tanımak, kendimize ihtiyacımız olan şefkati ve ilgiyi gösterebilmemiz için bedenimizin bu “cılız” sesleri duyabilmesi gerekli. Diğer türlüsü biz gündelik hayatın hayhuyu içinde, kafamızın karışık sesleriyle yaşayıp gitmek. Biz böyle yaşayıp giderken bedenimiz her şeyi kendi üzerine kayıt ediyor.
Artık modern tıbbın kabul ettiği gibi bedenimize yerleşen her duygu ve düşünce bize bir şekilde mutlu ve mutsuz anlarımız olarak geri dönüyor. Hislerimizi görmezlikten gelme lüksümüz yok, o cılız ses duyulmazsa daha gürültülü bir biçimde bize kendini duyuruyor. Kendimizle bağlantımızı koparmanın bir bedeli oluyor.
Mutlu hallerimizi kaçırmadan, o anlarımızı doya doya, dolu dolu yaşayarak, mutsuz hallerimizden de kaçmadan, o hallerimize derinden şefkat duyarak geçireceğimiz bir anlayış bizi gerçek “mutluluğa” götürmez mi?
İlginizi çekebilir: Öz Farkındalık
Çağla Güngör kimdir?
Çağla Güngör, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Televizyon bölümünden mezun olduktan sonra 18 sene kurumsal hayatta pazarlama ve kurumsal iletişim alanlarında çalıştı. 4 yıldır ise Hariom Yoga Merkezi ve Om Yoga Merkezi’nde yin yoga, hamile yogası, mindfulness dersleri veriyor, ‘Yoga Uzmanlık Programı’nda yer alıyor ve bireysel mindfulness koçluğu yapıyor.
Nilüfer Eyiişleyen ile kurduğu ‘YogaBizz’ oluşumu altında kurum çalışanlarına “Zihin/nefes/beden farkındalığı/konsantrasyon çalışmalarıyla, meditatif çalışmalarla, sistemli yoga dersleriyle” profesyonel destek sağlıyor. Ayrıca Çağla’nın, Metis Yayınları’ndan çıkan ‘Kıbrıs’lı Türk Gençleri Konuşuyor’ isimli bir sözlü tarih kitabı bulunuyor.