Yunan filozoflardan Sigmund Freud’a kadar herkesin rüyalarla ilgili sayısız teorisi olmuştur. Bu alanda da geçmişten günümüze birçok bilimsel çalışma gerçekleştirilmiştir. Eski zamanlarda, nörolojik süreçleri ölçmek çok zordu ve bu yüzden rüyaların rastgele ortaya çıktığı düşünülüyordu.
Rüyalar bilimsel veri olarak kabul görmüyorlardı. Günümüzde, uzun zamandır devam eden bu merakı aydınlatmak için yüksek teknolojili makineler kullanılarak daha önceleri ölçülemeyen veriler doyumsuz bir merakla araştırılmaya devam ediyor. Her şey tek bir sorunun cevabını bulmak için: Neden rüya görüyoruz?
REM uykusu nedir?
Uyku araştırmalarının ilk büyük atılımı, 1952 yılında Chicago Üniversitesi öğrencisi Eugene Aserinsky ile danışmanı Nathaniel Kleitman’ın, Eugene’nin küçük oğlunu gözlemlerken “hızlı göz hareketleri uykusu” yani REM (rapid eye movement) uykusunu tanımlamasıyla gerçekleşti. Tipik olarak REM uykusu, uykuya daldıktan yaklaşık bir saat sonra gerçekleşir. Ortalama bir gece uykusu sırasında üç ila beş defa ortaya çıkar, bu da toplam uyku süremizin yüzde 20’sinin, yani yaklaşık 2 saatinin rüyaya ayrıldığı anlamına gelir.
Şüpheci yaklaşım
1977’de ortaya çıkan aktivasyon-sentezi hipotezi, rüyanın beynin fizyolojik süreçlerinin bir sonucu olduğunu ileri sürmektedir. REM döngüleri sırasında, duyguları, duyuları ve hatıraları yöneten limbik sistem aktif hale gelir. Bu rastlantısal düşünceler ve görüntüler arasındaki etkileşimler de farklı bilişsel deneyimleri oluşturur. Temel olarak, rüyalarımız birbirinin elektrik akımlarını tetikleyen bir grup nöron sayesinde gerçekleşir. Ancak, bu rüyalarımızın hiçbir anlam taşımadığı anlamına gelmez.
Harvard profesörü Robert Stickgold, 90’ların sonlarında, Tetris oyununu bir araştırma aracı olarak kullanarak, günlük yaşam ile rüyalar arasındaki ilişkiyi keşfetmeye başladı. Robert’in ekibi, uzman oyuncular, acemiler ve (amnezi hastası) hafıza kaybı yaşayan bir grup insandan oluşuyordu. Katılımcıların yüzde 60’ı (her oyunda oyunu yeniden öğrenmek zorunda kalan beş amnezi hastasının üçü de dâhil olmak üzere) uykuları sırasında rüyalarında Tetris blokları gördüğünü söyledi. Acemiler grubundan, Tetrisli rüya gören kişiler de, rüyalarında Tetris görmeyen acemilere göre oyunda gittikçe daha çok başarı göstermeye başladılar.
Gün doğmadan neler doğar
Daha sonraki çalışmalar rüyalar ile yaratıcılık, öğrenme ve duygular arasındaki ilişkiyi araştırmaya devam etti. Berkeley’deki araştırmacılar, “Gün doğmadan neler doğar.” yaklaşımında doğruluk payı olduğunu keşfetti. Kötü bir olayın ardından kendinizi duygusal anlamda rahatsız veya üzgün hissediyorsanız uyumanın bu konuda size yardımcı olabileceği ortaya çıktı.
Yapılan çalışmada, deneklerden bir dizi duyguyu ifade eden yüz fotoğraflarını yorumlamaları istendi. Grubun yarısı test sonrasında gözetim altında öğleden uykusu alırken diğer yarısı da normal gece uykusu aldı. Araştırma ekibi, aynı testi ertesi gün tekrarladıklarında fazladan öğle uykusu almış ve bu esnada REM uykusuna girmiş olan deneklerin korku ve öfke gibi olumsuz yüz ifadelerine karşı daha az tepki verdiğini tespit etti.
Daha derine inersek
Herkes değişik rüyalar görür hatta bazen bu değişiklik yüksek boyutlara ulaşabilir. Örneğin, fizik kurallarına aykırı evrenler, sihirli yaratıklar, Inception tarzı iç içe geçmiş rüyalar görebiliriz. Peki, bunların sebebi nedir?
Bunu anlamak için, bilim adamları MRI teknolojisinin kullanımıyla rüyaların nitelik özelliklerini incelemeye başladılar. Araştırmacılar, 2010 yılında iki haftalık bir dönemde ayrıntılı rüyalar kayıtları tutan bir grup katılımcının amigdala ve hipokampus aktivitesini izlediler. Sonuç olarak, bu limbik sistem yapılarındaki aktivite ile rüyaların canlılığı ve tuhaflığı arasında net bir ilişki tespit etti.
Görünen o ki, anlam yükleyemediğiniz rüyaların bile bir oluşma sebebi ve henüz keşfedilmemiş faydaları olabilir.