Bağışıklık sisteminin temel amacı bizi bakteri, virüs, mantar ve benzeri patojenik mikroplardan korumaktır. Bunun yanında deri ve mukozal yüzeylerden vücuda giren toksik ve alerjenik maddelerin ortadan kaldırılması ayrıca vücutta oluşan kanser hücrelerinin belirlenmesi ve yok edilmesi de bağışıklık sisteminin görevidir. Bizi koruyan bu sistemde dokular, hücreler ve proteinler beraber çalışır.

Bağışıklık sistemi düzgün çalıştığı durumlarda; vücuda yabancı ve zararlı tehditleri belirler, onları vücudun kendi sağlıklı dokularından ayırır ve onları yok eder.

İlginizi çekebilir: Prof. Dr. Metin Özata’dan Covid-19 Süresince Bağışıklığı Güçlendiren Beslenme Önerileri ve Gıda Takviyeleri

Bağışıklık sisteminin işleyişi

Vücudumuz moleküllerden, hücrelerden ve dokulardan oluşan birçok savunma sistemi tarafından korunmaktadır. Vücudumuzun bağışıklık sistemlerini uyaran ve kendinden olmayan tüm moleküllere antijen veya immünojen denir.

Vücudumuz koruyucu elemanlarıyla öncelikle yapısına yabancı olan antijenlerin vücuda girmesini engeller. Bu koruma, kademe kademe arttırılmış bir sistemdir. Bu sistem yüzey engelleri, doğuştan gelen ve edinilmiş bağışıklık sistemi ile burada etkili olur.

İlk engel olan deri, solunum ve sindirim sistemi gibi yüzey engellerini herhangi bir antijen aşabilir ve vücuda girerse, ikinci savunma sistemi hemen harekete geçer.

Yüzey engellerini aşan bir madde karşısında, doğuştan gelen sistemin elemanlarından kemik iliği, timüs, lenf bezleri ve dalak gibi özelleşmiş merkezlerde yer alan fagositler, makrofajlar, lenfositler gibi savunma hücreleri ve molekülleri devreye girer.

İlk aşamada öncü hücreler olan fagositler ve makrofajlar antijenleri yok etmeye çalışırlar. Kendinden olmayan yabancı yapıların vücut tarafından bu şekilde yok edilmeleri sürekli devam eden bir olaydır ve vücudun açıklıklarından girebilen birçok madde bu şekilde yok edilir.

Bu ikinci koruma sistemi de başarılı olamazsa, edinilmiş bağışıklık sisteminin temel hücreleri olan B ve T lenfositler devreye girerler. Böylece oldukça karmaşık olan bir zincir sistemi tetiklenir. Antijen varlığını haber alan T hücreleri, diğer savunma hücrelerini ve bunlara bağlı gelişen birçok biyokimyasal olayı tetikler.

T hücrelerinin alt gruplarından Naturel Killer (doğal öldürücü) T hücreleri antijenleri yok etmeye çalışırken, edinilmiş sistemin bir diğer önemli hücreleri olan B hücreleri de “bağışıklığın akıllı molekülleri” olarak adlandırılan antikorları (immünoglobulinler) oluşturmaya başlar.

Antikorlar özgül antijenlere bağlanarak antijenleri ya etkisiz hale getirirler ya da kompleman sistemi ve diğer savunma hücrelerini harekete geçirerek antijenlerin yok edilmelerini sağlarlar. Vücudumuz 100 milyon kadar farklı antikor üretebilir.

Bununla beraber özellikle bağışıklık sistemi hücrelerinden (lenfosit, monosit vb.) salınan sitokinler de vücutta oluşan enflamatuar süreçte çeşitli şekillerde rol oynamaktadır.

Temelde lenfositlerin büyüme ve farklılaşması, antijenlerin eliminasyonu gibi görevlere sahiptirler. Ancak bunlardan pro-enflamatuar (iltihap başlatıcı) sitokinler özellikle enfeksiyonlar sırasında çok fazla miktarda ortaya çıktıklarında (sitokin fırtınası gibi) vücuda zarar verebilir. Böyle bir durumda bunları azaltıcı tedaviler gündeme gelmektedir.

Bu sistemde görev alan organlar;

Primer (birincil) lenfoid organlar:

  • Kemik iliği
  • Timüs

Sekonder (ikincil) lenfoid organlar:

  • Dalak (kapsüllü lenfoid organ)
  • Lenf düğümleri (kapsüllü lenfoid organ)
  • Sindirim, solunum ve genital sistemde mukozalar (mukoza ilişkili lenfoid doku: MALT)/(kapsülsüz lenfoid organ)
  • Tonsiller – Adenoidler (geniz eti)
  • Peyer plakları (bu özel olarak GALT olarak isimlendirilir) – Apandiks

Bu organlara göz atacak olursak:

  • Kemik iliği: Bağışıklık sisteminin tüm hücrelerinin kökeni olan kök hücrelerin bulunduğu merkezdir.
  • Timüs: Göğsün üst bölümünde, tiroid bezinin altında yer alan ve olgunlaşmamış T lenfositlerin kemik iliğinden çıkıp olgunlaştıkları yerdir.
  • Bademcikler (tonsil): Boğazda, lenfositlerin toplandığı ve bağışıklık sisteminin dışarıdan gelen mikroorganizma gibi zararlılara karşı ilk engeli oluşturduğu küçük yapılardır. Lenf sıvısı, bademciklerin içerisinde bulunan lenf damarlarından boyun ve çene altı lenf düğümlerine doğru akar. Bu esnada lenf damarlarının duvarlarından lenfositler salgılanır. Vücuda girebilen mikroplar, buradan salgılanan lenfositler tarafından temizlenir.
  • Adenoidler (geniz eti): Tonsillere benzer görev üstlenmiştir.
  • Karaciğer: Özellikle anne karnındayken (fetüs) olmak üzere, immünolojik etkin hücreleri içerir. T-hücreleri ilk olarak fetüs karaciğeri tarafından üretilir.
  • Dalak: Karın boşluğunun sol üst tarafında bulunan ve eski kırmızı kan hücrelerinin yıkımından sorumlu bir organdır. Enfeksiyonlarla savaşmada yardımcı olur.
  • Bağırsak ilişkili lenfatik dokusu (Gut Associated Lymphatic Tissue-GALT): Kemik iliği ve timüste bağışıklıktan sorumlu T ve B hücreleri üretilir ve olgunlaşır. Peyer plakları, ince bağırsakta lenfoid dokuların yoğunlaştığı bölgelerdir. Bağırsak boşluğundaki mikropların kontrol altında tutulmalarını sağlar. Bağışıklıktan sorumlu bahsi geçen hücreler, antijen denilen vücuda zarar verecek mikroorganizma gibi dış etkenlere karşı bu lenfoid dokularda aktif hale gelmektedir. Peyer plakları, bağırsak ilişkili lenfatik dokusu (Gut Associated Lymphatic Tissue-GALT) ve vücudun en büyük immünolojik (bağışıklık) organı olup bütün bağışıklık sisteminin yaklaşık yüzde 70-80’ini oluşturur.

Bağışıklığı etkileyen unsurlar nelerdir?

  • Beslenme durumu – diyet: Kötü ve yetersiz beslenme bağışıklığı bozar.
  • Obezite: Fazla kilolularda bağışıklık zayıftır.
  • Alkol içmek: Bağışıklığı bozar.
  • Sigara içmek: Bağışıklığı bozar.
  • Hava kirliliği: Bağışıklığı bozar.
  • Uyku bozuklukları: Bağışıklığı bozar.
  • Egzersiz: Hareketsizlik bağışıklığı bozar. Spor bağışıklığı güçlendir. Ancak uzun süreli aşırı egzersizler de bağışıklığı bozar.
  • Stres (çevresel, fizyolojik,psikolojik): Stres bağışıklığı bozar.
  • Aşılama tarihi: Aşılanma bağışıklığı kuvvetlendirir.
  • Enfeksiyona maruz kalma: Enfeksiyonlar bağışıklığı zayıflatır.
  • Hormonal durum: Hormon bozukluklarının bağışıklığa etkisi vardır.
  • Yaş: Yaş ilerledikçe bağışıklık zayıflar.
  • Cinsiyet
  • Genetik
  • Önceden yaşanmış olaylar

İlginizi çekebilir: Prof. Dr. Metin Özata ile Aralıklı Oruç ve Etkileri

Bağışıklık sistemi hayat boyu birçok değişikliğe uğrar. Çocukluk döneminde bağışıklık gelişir ve olgunlaşır, erken yetişkinlikte potansiyel olarak en yüksek işleve ulaşır ve yaşlılıkta çoğu insanda giderek azalır.

Her yaşam evresinde farklı bağışıklık özellikleri vardır ve spesifik faktörler bağışıklık fonksiyonunu farklı şekilde etkiler. Ergenlerde ve genç yetişkinlerde optimal olan bağışıklık, yaşlılarda kademeli bir düşüşe geçer. Diyet, çevresel faktörler ve oksidatif stres bu konuda etkili olur.

Pasif bağışıklık nedir?

Yeni doğanların mikroplarla daha önce tecrübesi olmadığı için enfeksiyonla hasarlanmaları olasıdır. Pasif bağışıklığın bazı bölümleri anne tarafından sağlanır. Bunu açacak olursak, gebelik sırasında, IgG olarak adlandırılan antikorların bir kısmı anneden bebeğe geçer. Bu şekilde bebekler, doğduklarında bile, anneleri ile aynı düzeyde antijen özgüllüğüne ve antikorların büyük kısmına sahiplerdir.

Anne sütü, yeni doğanın sindirim sistemine de geçen antikorları içerir ve kendi antikorlarını sentezleyinceye kadar bebeği bakteriyel enfeksiyonlardan korur.

Bu sistemin pasif bağışıklık olarak adlandırılmasının nedeni, bebeğin annesinden antikorları ödünç alması ve hiç bellek hücresi ya da antikor üretmemiş olmasıdır. Pasif bağışıklık genellikle kısa sürelidir, birkaç günden birkaç aya kadar etkilidir. Tıpta koruyucu pasif bağışıklık ayrıca bir canlıdan diğerine antikor zengini serum verilerek yapay olarak da sağlanabilir.

Aktif bağışıklık nedir?

Uzun süreli aktif bellek, enfeksiyon sonrası B ve T hücrelerinin etkinleştirilmesine gerek duyar. Aktif bağışıklık, yapay olarak, aşılamayla da sağlanabilir. Aşılamanın (bağışıklama) arkasında yatan temel kural, patojenden gelen bir antijenle bağışıklık sistemini uyarmak ve bu patojen karşısında özgül bağışıklığı ev sahibinde hastalığa neden olmadan geliştirmektir.

Aşılama ile yapılan önceden planlanmış bağışıklık başarılı sonuç verir çünkü bağışıklık sisteminin doğal özgüllüğünü kullanır.

Çoğu viral aşı, yaşayan zayıflatılmış virüslerden elde edilirken, bakteriyel aşılar mikroorganizmaların zararsız toksinlerini de içeren aselüler (hücresiz) bileşenlerine dayanır. Bu şekilde elde edilen, aselüler olarak üretilen aşılar, edinilmiş bağışıklık yanıtının çok fazla uyaramazlar sadece mevcut bağışıklığına ek bir yardım özelliği taşırlar.

Çocuk felci, kızamık, boğmaca ile mücadelede ve salgın hastalıkların önlenmesinde aşılar çok önemli bir yere sahiptir. Aşılar sayesinde, milyonlarca insanın ölümüne neden olan, çiçek hastalığı tarihe karışmıştır.

Bir de aşılama dışında virüsün spontane mutasyonu olarak adlandırılan durum söz konusu olabilmektedir. Bu nadir görülen durumda, virüs kendiliğinden mutasyona uğrayarak insandaki hastalık yapıcı etkisini kaybedebilir.

Ancak bazen bunun aksi de olabilir, yani ölümcül olmayan bir virüs mutasyona uğrayarak bu özelliği kazanabilir. 1968 yılında bir çeşit influenza (grip) virüsünün mutasyona uğramış versiyonu (H3N2), Hong Kong gribi olarak anıldı ve bir milyon insanı öldüren bir salgına dönüşmüştür.

İlginizi çekebilir: Akupresür Masajı ile Bağışıklık Güçlendirme ve Stres Kontrolü

Hormonların bağışıklık üzerindeki etkileri nedir?

Bağışıklık sistem hücreleri hem hormon depolar hem de hormon salgılar. Bu hücrelerde yapılan hormonlar, salgı bezlerindeki hücrelerde yapılan hormonlara benzer. Bu hormonlar POMC, ACTH, endorfin, TSH, T3, TRH, büyüme hormonu, prolaktin, melatonin, histamin, serotonin, adrenalin ve noradrenalin  gibi keteşolaminler, GnRH, hCG, renin, VİP gibi hormonlardır.

Yapılan araştırmalar beyin-sinir-hormon (nöro-endokrin) ve immün sistem (bağışıklık sistemi) arasında yakın ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Hormonlar bağışıklık sisteminin gelişmesi ve işlemesi konusunda görev yapar. Bağışıklık sistemi hücrelerinde prolaktin, büyüme hormonu, östrojen, testosteron ve kortizol hormonlarının bağlanacakları reseptörler vardır. Bu nedenle bağışıklık sistemi hormon salınımını etkiler.

Buna karşılık endokrin sistem hücrelerinde bağışıklık sisteminin ürettiği sitokin denen maddelerin bağlanacağı reseptör olduğu gibi kendileri de bağışıklık sistemi gibi sitokin üretirler (özellikle interlökin-1 ve interlökin-6).

Kısacası endokrin sistemi ile bağışıklık sistemi arasında yakın ilişki ve etkileşim vardır. Büyüme hormonu ve IGF-1 sistemi de bağışıklık sistemi düzenlenmesinde büyük rol alır. Hormonlardan kortizol, DHEAS, östrojen, testosteron, D vitamini, melatonin, büyüme hormonu ve prolaktin hormonu bağışıklık sistemini etkiler.

Östrojen hormonu multipl skleroz ve romatoid artritte koruyucu iken lupus hastalığında hastalığı kötüleştirici etkiye sahiptir. Leptin hormonu yüksek olan şişman kişilerde bağışıklık sistemi zayıftır ve kilo vererek azaltılması faydalı olur. Kilosu fazla olanlarda covid-19 fazla görülmesi leptin gibi hormonların yüksekliği nedeniyle bağışıklığın zayıflamasından dolayıdır.

Ayrıca kilolularda D vitamini yağ hücresine girdiğinden kanda D vitamini düşüktür. Düşük D vitamini de virüs enfeksiyonuna eğilimi artırır. Progesteron ve testosteron ise bağışıklık sistemini koruyucudur.

Kortizol katabolik (yıkım) bir hormon iken, DHEA anabolik (yapım) bir hormondur. Kortizol bağışıklık sistemini baskılarken DHEA uyarır ve yapıcı bir etki yaratır. DHEA kemiği korurken, kortizol kemik erimesi yapar. Yaşlılıkta kortizol/DHEA oranı artar (yaşla DHEA azaldığından) ve bağışıklık sistemi bozulur. Bu nedenle yaşlılar daha çabuk hastalanır. Bu oranı düzeltmek için egzersiz yapmak ve stresi azaltmak gerekir. Duruma göre yaşlılarda DHEA desteği verilebilir. 

Bağırsak sağlığı ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişki

Bağırsaklarımız, bağışıklık sistemimizin yüzde 70-80’ini oluşturur. Faydalı bakteriler bebeklik döneminden itibaren bağırsak sağlığımızı ve bağışıklık sistemimizi güçlendirirler. Zararlı bakteriler ise toksin denilen, zehirli veya sağlığa zararlı maddeler salgılayarak hastalıkların oluşmasına neden olurlar.

Denge, zararlı bakteriler lehine bozulursa mikrobiyotayı (bağırsaktaki bakterilerin tümü) oluşturan bakteri çeşidi ve sayısı değişir ki buna disbiyozis denir. İşte bu bozulmanın sindirim hastalıkları, alerjik hastalıklar, otizm, hormon bozuklukları, otoimmün hastalıklar, Hashimoto, insülin direnci, obezite ve  kanser gibi birçok hastalıkla ilişkili olabileceği düşünülmektedir.

Bağırsaklar dışarıdan gelen patojen bakterilerin ve toksik moleküllerin dolaşıma geçmesine bir bariyer görevi görerek engel olmaktadır. Bu noktada bağırsak mikrobiyotasındaki probiyotik (faydalı) bakterilerin de bağırsağın bu rolüne yardımcı rolü olmaktadır.

Covid-19 riskini arttıran durumlar

  • Yaş: Yaş ilerledikçe risk artmasına rağmen gençlerde de olabilir. Çocuklar çok hafif geçirir, ancak taşıyıcılık çocuklarda yüksek.
  • Seks: Erkeklerde kadınlardan daha fazla görülür.
  • Beslenme: Şekerli unlu gıdalarla beslenenlerde risk artar. Yetersiz vitamin mineral alanlarda risk fazladır. Çin’de, Wuhan’da yapılan bir çalışmada covid-19 olan yaşlı hastalarda malnütrisyon prevalansın yüksek olduğu ve tedavi sırasında, özellikle diyabetes mellitus veya düşük albüminli olanlarda beslenme desteği gerektiği görülmüştür.
  • Metabolik durum: Kilolularda daha fazla görülür.
  • Yaşam şekli: Stresli kişilerde, uykusuzlarda bağışıklık zayıf olup risk artar. Sigara ve alkol riski artırır.
  • Bağırsak mikrobiyotası: Bağışıklığın yüzde 70’i bağırsaklardadır. Bağırsak mikrobiyotası bozukluklarında risk artar.
  • Kronik hastalıklar: Diyabet, KOAH, kronik böbrek yetmezliği, koroner kalp hastalığı, onkolojik hastalıklar riski artırır.

İlginizi çekebilir: Prof. Dr. Metin Özata ile Hormon Dengesini Bozan Alışkanlıklar

Fotoğraf: Business photo created by senivpetro – www.freepik.com



Prof. Dr. Metin Özata

1982 yılında GATA Askeri Tıp Fakültesi’den birincilikle mezun olduktan sonra 1990 yılında İç Hastalıkları Uzmanı, 1992 yılında Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı, 1994 yılında doçent, 2003 yılında Prof. Özata; 2003-2008 yılları arasında GATA Endokrinoloji ve İç Hastalıkları Klinikleri Direktörlüğü yaptı. 2008 Ağustos ayında kendi isteğiyle emekli oldu. Halen İstanbul'da serbest...



BLOOM SHOP