Fotoğraf: gq.com

Birçok insan için, sonu pat’la biten kelimelerin yarattığı gerilim diye bir gerçek var. Çünkü “pat” eklentisi, eklendiği kelimede bir çeşit uyumsuzluk anlamı yaratarak anormal bir duruma işaret ediyor. Anormal duruma karşı tutulan gergin saflar insanları kutuplaştırıyor. Kutuplaşan insanlar ve dizginlenemeyen tansiyon, yeni anormallikleri doğuruyor. Etki tepki çemberi böylece yuvarlanıp giderken bu anormallik zinciri hiçbir zaman kırılamıyor.

Filmlerde ve kitaplarda sosyopat; yaygın olarak hikayenin korkunç, duyguları olmayan, her yeri kana bulayan vahşi karakteri olarak kabul edilir. Gerçek hayatta durum tabii ki hikayeleştirilenlerden çok daha farklı.

Sosyopati ne değildir?

Sosyopati; herhangi bir vicdani sebep göstermeksizin zarar verme dürtüsü barındıran, soğukkanlılığın ve narsisizmin ön planda olduğu kalıtımsal kişilik deformasyonu psikopatiden ayrışmaktadır.

Çünkü sosyopati; doğuştan gelmeyen, sadece çevresel etkenlere bağlı olarak gelişen bir anti-sosyal kişilik bozukluğudur.

“Psikopatlar doğar, sosyopatlar meydana gelir.”

Toplumu ve onun basmakalıp yargılarını reddeden anti-sosyal birey, hayatını kendi etik kurallarına göre şekillendirmek ister. Uzmanlara göre bu isteğin sebebi öznel konulara ait olabileceği gibi travmatik bir durum ya da olayla da ilişkilendirilebilir.

Fiziksel ya da psikolojik travmaların beynin spesifik bölgelerinde hasar meydana getirerek kişiliğin değişmesinde önemli rol oynadığına dair geçmişten günümüze birçok örnek bulunmakta. 1991 yılında Amerika’da yaşayan Phillip Garrido’nun, 11 yaşındaki Jaycee Dugard’ı kaçırarak 18 yıl hapis tutması bu örneklerden bir tanesi.

Uzmanlar olayın nedenini araştırdığında Garrido’nun uyumlu koşullar altında yetişmiş, sakin bir insan olduğunu ancak geçirdiği bir motor kazasından sonra bambaşka bir karaktere büründüğünü ve bu değişimin çevresindeki insanlar tarafından açıkça gözlemlenebildiğini ortaya koyuyor.

Yalnızca fiziksel de değil, büyük psikolojik travmalara sebep olabilecek iletişimsizlik, kaygı, sevgisizlik ve başarısızlık korkusu gibi binlerce faktörle çevrili olarak hayatlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Modernleşen dünyayla her geçen gün daha fazla sosyopatiyle yakınlaşıyor, hakkında kitaplar okuyor ve filmler seyrediyoruz.

Sosyopatiden fiktif kesitler

A Clockwork Orange – Anthony Burgess 

Alex DeLarge: “Bir insanın seçim hakkı elinden alınmışsa o anda insanlığına son verilmiş demektir.”

Toplum normlarını tamamen reddeden ve zorbalık adına aklınıza gelebilecek her şeyi yapan Alex DeLarge, günün birinde kendi çete arkadaşları tarafından ispiyonlanarak hapse gönderilir. Hapiste kendisine uygulanan bir ters psikoloji deneyinde beyni yıkanır. Gerçek zorba kimdir?

Anthony Burgess’ın kült kitabı, gerçek bir sosyopati örneği olan Alex’in salt kötü bir karakter olmadığını, kafasındaki soruları ve çaresizliğini adım adım gözler önüne seriyor.

Gone Girl – Gillian Flynn

Amy Dunne: Nick bana değil, benim “olmaya çalıştığım” kadın modeline aşık oldu; kutu bira içen ve onunla Adam Sandler filmlerine gülen. Anı yaşamamı, hiç sinirlenmememi, ne yaparsa yapsın onu daima koşulsuz sevmemi istedi. Ve beni beş parasız, yapayalnız bir şekilde bu taşraya sürükledi.”

Gillian Flynn’in çok okunan romanı “Gone Girl”, bir evlilik trajedisi olarak başlayıp hedefleri farklı yöne çeken, ama devamında yaşananların gerçek yüzünü göstererek merkezine mükemmeliyetçilik takıntısını koyan sürprizli bir yapıya sahip. Roman, 2014 yılında David Fincher tarafından etkileyici bir psikolojik gerilim olarak sinemaya da aktarıldı.

The Shining – Stephan King

Jack Torrance: “Hep çalışmak ve hiç oyun oynamamak Jack’i deli ediyor.”

Oğlu Danny ve Eşi Wendy’le kış boyunca Overlook Oteli’ne bekçilik yapmaya gelen Jack, Colorado’daki bu ufak kaçamağın hem ailesine hem de yazarlık kariyerine iyi geleceğini düşünür. Ancak işler, otelin sırları ve sanrılarıyla gerilim dolu bir ölüm kalım meselesine dönüşür.

Jack’in cinnetindeki ana nedenleri ego, başarı hırsı, yaratım tutkusu ve kusursuzluk olarak sıralayan hikaye, Stanley Kubrick tarafından filmleştirilmiştir.

Sherlock – Steven Moffat, Mark Gatiss

Sherlock Holmes: “Ben kahraman değilim, yüksek işlevli bir sosyopatım.”

Steven Moffat ve Mark Gatiss’in kaleme aldığı BBC dizisi “Sherlock”, duyguları olmayan bir dedektifi değil, soğuk gerçekliği ve mantığı insanı ateşlendiren duyguların önüne koyan Sherlock’u konu alır. Bundan dolayıdır ki Sherlock, aşırı zeki olmasına karşılık yalnız, empati yeteneğinden yoksun, bencil ve soğuk bir adam olarak karşımıza çıkar.

İlginizi çekebilir!



Yağmur Baki

1994 yılında doğan Yağmur, Yeditepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Erasmus kapsamında Barselona Üniversitesi’nde Filoloji dersleri aldı. Mezuniyetinin ardından basılı yayınlarda editör ve içerik yazarı olarak çalıştı. Aynı zamanda yayınevi bünyesinde dünya edebiyatı kapsamındaki edebiyat, felsefe ve tarih kitaplarını yayına hazırladı. Şu anda Live To Bloom’da editör...



BLOOM SHOP