Şimdi düşünün ki tembel bir Pazar öğleden sonrası evde canınız sıkılmış, arkadaşlarınızın başka planları var… Biraz nefes alayım diye çıktınız dışarı ve kendinizi birden bir alışveriş merkezinde buldunuz…

Biraz vitrinlere bakmaktan zarar gelmez diye düşünerek gezerken, iki saatin sonunda bir de baktınız ki elleriniz kollarınız aslında ihtiyacınız olmayan, ancak uygun fiyatlı bulduğunuz için aldığınız bir dizi kıyafet ile dolmuş!

Bu hikaye size tanıdık geldiyse tebrikler, siz de ucundan kıyısından son zamanlarda moda dünyasını ele geçirmiş “Fast Fashion” akımından nasibinizi almışsınız demektir!

Peki “Fast Fashion” nedir?

Günümüzde “hızlı moda” diye tabir ettiğimiz, trend olan birçok ürünü uygun fiyatlı ve çok hızlı piyasaya süren markalar tarafından diyetimizi bize bozdurmak icin pusu kurmuş “fast food” yemek konseptine benzetebiliriz. Bu benzetme bence oldukça doğru bir benzetme.

Çünkü;

90’larda çocuk olanlar hatırlar, bir zamanlar çok ünlü fast-food restoranlarında olmak oldukça popülerdi. Hatta 4. sınıf doğum günü partisini o korkunç kırmızı saçlı palyaço eşliğinde yapmıyorsan havalı bir çocuk kategorisine giremezdin. Fakat şimdilerde bu mevzu bahis fast food trendinin yerini, sürdürülebilir bir beslenme tarzı olmadığı ve bize yarardan çok zarar getirdiği anlaşıldığı için, sağlıklı ve doğal içerikli beslenme trendi almış durumda. Artık avokado yemiyorsan sağlıklı, açai bowl nedir bilmiyorsan da asla cool değilsin!

Tıpkı bir zamanlarki fast-food trendi gibi, moda dünyasında da son 15 senedir trend fast fashion! Bundan 15 sene önce marka başına 1 senede çıkarılan koleksiyon sayısı 2, hadi bilemediniz 4 iken, Zara, Primark, Topshop ve H&M gibi fast-fashion öncüsü markalar şuan yılda 50-52 koleksiyon çıkartıyorlar.

Bu da haliyle, bizler daha bir trendi analiz edip kabullenene kadar, bir başka trendin ekranlarımızda belirmesi manasına geliyor. Üstelik bu markaların ürünleri kalitesiz olduklarından özenerek aldığınız o canım kıyafetler genelde 1 sezon sonra maalesef çöpü boyluyorlar.

Biz ise aldıkça alıyoruz, üstelik bunu yaparken hem doğayı katledip, hem insan emeğini ucuzlaştırıyoruz. Hem de tatminsiz ve sırf ucuz diye hiç giymeyeceğimiz tişörtlere para veren korkunç insanlara dönüştüğümüzün farkına bile varmıyoruz.

Peki bunları biliyor muyduz?

  • Sadece bir pamuk tişört yapımında yaklaşık 2700 litre su kullanıldığını ve bunun bir insanın 900 günlük su tüketimine eşit olduğunu,
  • 2013 yılından beri Hindistan’da yılda ortalama 12.000 pamuk çiftçisinin, hızlı büyüyen talebe karşı aldıkları borçlar ve kazançlarındaki düşüş sebebiyle çaresizlikten intihar ettiğini, çoğunun çocuklarının pamuk için kullanılan tarım ilaçları yüzünden engelli doğduğunu veya kanserden hayatlarını kaybettiğini,
  • Artan talebe en karlı şekilde yanıt verebilmek için bir çok markanın, Kamboçya, Pakistan ve Bangladeş gibi gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinde üretim yaptırdığını ve bu ülkelerde ortalama bir konfeksiyon işçisinin 16 saat çalışarak günde yaklaşık 3$ kazandığını,
  • Bangladeş’te yaşları 5 ile 14 arasında değişen çocukların yüzde 15’inin tekstil fabrikalarında, çok kötü koşullarda çalıştığını,
  • 2013 yılında Bangladeş’te yaşanan Rana Plaza faciasında, bina içinde çatlaklar olduğu defalarca bildirilmesine rağmen, üretim durmasın diye yönetim tarafından tedbir alınmaması sebiyle, 1134 kişinin göçük altında kalarak hayatını kaybettiğini, 2000 kişinin ciddi şekilde yaralandığını.

Büyük ihtimalle hayır.

Peki tüm bunların kaynağının bizim hep daha ucuz olsun, daha çok olsun, en yenisi benim olsun zihniyetimizden kaynaklandığını hiç düşünmüş müydünüz? Ben de düşünmemiştim inanın…

Ne yapalım?

Öncelikle şunu bir kabul edelim, seçeneklerin ve trendlerin günümüzde artık sonu yok. Bu yüzden ilk yapmamız gereken şey; düşünerek satın almak veya hiç almamak. Tabii ki hiçbir zaman bahsi geçen markalardan bir şey almayın demiyorum. Ben de alıyorum. Bazen bir renge veya trende kanabiliyoruz veya daha önce bahsettiğim gibi bazen sadece rahatlamak için bile alışverişe gidebiliyoruz.

Ancak benim bu konuya daha duyarlı hale gelmem, “The True Cost” isimli belgeseli izleyip, bunun tam üstüne sürdürebilir moda üzerine aldığım bir master dersinden umulmadık şekilde etkilenmemden sonra oldu. İzlemeyenlere şiddetle bu belgeseli izlemelerini tavsiye ediyorum.

Şimdi ise dünya üzerindeki bir küçük insancık olarak, bir şey alacaksam inatla etiket okuyor, kumaş içeriklerine bakıyor ve üretim yeri Avrupa veya Türkiye olan parçalar almaya çalışıyorum. İnanması zor fakat ülkemiz sadece tekstil üretim ve ihracatı yapan ülkelerin başında gelmekle kalmıyor, aynı zamanda düzgün koşullarda kaliteli tekstil üretimi yapan ve sektör çalışanlarına düzgün ücretler ödeyen ülkeler arasında da yer alıyor.

Sürdürülebilir modaya bir adım daha yaklaşmak için yapabileceğimiz bir başka şey ise düşünerek satın almak.

Bir şey satın almadan önce kendinize sorun; “Alacağım şeye gerçekten ihtiyacım var mı yoksa sadece bir instagram fenomeninden mi etkilendim? Bu parçayı alırsam aşağı yukarı kaç sene kullanabilirim? Bu kumaş keten, pamuk, ipek gibi doğal bir içerikten mi yapılmış yoksa polyester gibi dünyaya karbon ayakizi bırakacak bir sentetik kumaştan mı? Organik kumaşlardan üretilmiş parçaları nereden bulurum? Bu parçanın daha iyi koşullarda üretilmiş bir benzerini X markadan Y TL daha fazlaya alıp, daha uzun yıllar kullanamaz mıyım?”

Son olarak yapılabilecek bir başka şey ise geri dönüştürmek, ikinci el veya eski parçalara yönelmek olabilir.

Eskiden her küçük kardeşin çilesi olarak bilinen, ablanın abinin eskilerini giyme durumu vardı mesela. Aradan 5 yıl da geçse o kıyafetlere bir şey olmaz, yıkanmış paklanmış sarılmış sarmalanmış şekilde, küçük kardeşler, akrabalar giysin diye sandıklardan çıkarılırlardı. Ben artık çevremdeki ailelerde bunu da görmüyorum ve sebebin yine her şeyin daha ulaşılabilir fiyatta olması ve bununla gelen kalite eksikliği olduğunu düşünüyorum.

O bir parça kıyafet, kardeş onu giyecek yaşa gelene kadar dayanamıyor, çöp olup dağlar oluşturuyor dünyanın bir yerinde. Fakat yazının bu kısmına kadar gelebilmiş sevgili okuyucular artık biliyor ki, o ucuz kıyafetin ucuz olmasının bir sebebi var. O ucuz kıyafetin gerçek ücretini, kötü şartlarda çalışan fabrika işçileri, pamuk üreticileri veya küçük yaşta köle gibi çalıştırılan çocuklar ödüyor.

Bizler konu hakkında bilinçlenene kadar zenginleştiğimizi sanıyoruz, artık ünlülerin giydiklerine çok benzeyen şeyler giyebiliyoruz çünkü eskiden 2 alıyorduk şimdi 10 alabiliyoruz. Anlık tatminler yaşıyor, fakat doymuyoruz.

Oysaki kabul edelim, biz zenginleşmiyoruz aslında, dünyanın bir yerinde bir çocuk, bir baba, bir insan fakirleşiyor… Zenginleşenler ise bizlere bu yeni hızlı moda konseptini günbegün işleyen milyar dolarlık şirketler oluyor. Gelin derin nefesler alalım, sakince bırakalım o elimizdekini ve nasıl hamburger ve patatesi out, chia pudding ve avokadoyu in yaptıysak, hızlı tüketilen modayı out, sürdürülebilir moda anlayışını ise in yapalım!

İlginizi çekebilir!




Ceren Köşker Çizmecioğlu

1985 yılında Kırşehir'de doğan Ceren, ODTÜ ve SUNY Binghamton Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler çift diploma programından 2008 yılında mezun oldu. Mezun olduktan sonra, uzun yıllar Türk Hava Yollarında Pazarlama Uzmanı olarak, yurtiçinde ve yurtdışında çalıştı. 2015 yılında işine ara vererek radikal bir karar ile Arjantin'e taşındı ve Buenos Aires...



BLOOM SHOP