Deprem gibi büyük doğal afetlerin ardından yaşanan travmalarda iyileşme toplumsal dayanışma ile başlar. Peki, bu dayanışmaya, yardımlaşmaya katılımı neler belirler? Sosyal psikoloji alanında yapılan araştırmalar, afetten etkilenen insanların aynı grubun parçası olarak görülüp görülmemesinin felaket sonrası yapılan yardım davranışlarını belirlemede büyük bir rol oynadığına işaret ediyor. Bir diğer deyişle, yardım etme ihtimalimiz mağduru ne kadar “bizden” gördüğümüzle alakalı. “Biz” tanımını nasıl yaptığımız, kimleri “bizden” gördüğümüz ve “bizi” tanımlarken kullandığımız özelliklerin ne olduğu karşımızdakine yardım etme isteğimizi belirliyor.
“Bizlik” hissinin tarihteki yansımaları
Bu süreci anlatan en çarpıcı örneği Reicher ve arkadaşlarının 2006 yılında gerçekleştirdiği, II. Dünya savaşında farklı ülkelerdeki insan ve kurumların Yahudi yurttaşlarının karşılaştığı tehditlere verdikleri tepkileri inceleyen arşiv araştırmasında bulabiliriz.
Bulgaristan belgeleri incelendiğinde, Bulgar kimliğinin etnik olmayan sivil bir anlayış üzerine kurmuş olmasının ve Bulgaristan Yahudilerinin bu kimliğin sınırları içinde kabul edilmesinin, politik ve ruhani liderlerin onları Almanya’ya vermeyi reddetmelerinde önemli bir rol oynadığı sonucuna varılmıştır.
Diğer bir deyişle Bulgaristan Yahudileri ve Bulgar halkının tarih ve deneyim boyutunda birbirine bağlı bir bütün olduğu düşüncesi, Bulgaristan Yahudilerine gelen tehditleri, tüm Bulgarlara gelen bir tehdit haline getirmiştir. Bununla birlikte Bulgar halkına atfedilen ezilenlere, zayıflara ve savunmasızlara yardım etme özelliği, Yahudileri koruyamama ihtimalini Bulgar kimliğine bir tehdit haline getirmiştir.
“Bizlik” hissi ile travmaların üstesinden gelmek
“Bizlik” hissini; tarih, durum ve liderlik biçimlendirir. Ne de olsa insanlar bir travma yaşadıklarında hayata sil baştan başlamazlar. Parçası oldukları gruplar ve bu grupların sağladığı psikolojik destek bu travmalarıyla başa çıkabilmelerini kolaylaştırır. Güçlü toplumsal bağların; afetlere hazırlıklı olmayı, afet sırasındaki dayanışmayı ve afet sonrası toparlanma hızını artırdığı bilinmektedir.
Yine de deprem gibi büyük doğal afetler, insanların birbirlerini kader ortağı olarak görmesine neden olur ve kendilerini “biz” olarak tanımlama ihtimalini yükseltir. Travmanın başkalarınca paylaşıldığını hissetmek, birlikte başa çıkabilme hissini artırır ve travma sonucu yaşanan stres ve bunaltının azalmasını sağlar.
Yani, mağdurlar ve yardım edenler arasında ortak bir “bizlik” hissinin gelişmesi hem yardım çalışmalarına katılımın artması için, hem de mağdurların bu yardımlardan en etkin şekilde fayda sağlamaları açısından önemlidir.
Fakat “bizlik” hissi kırılgandır ve sürekli bakım ister. Liderlik bu bakımdan hayati bir rol oynar. Afet sonrası bir liderin yapabileceği en kötü şey toplumdaki ayrılıkları beslemektir. Araştırmalar toplumsal kutuplaşmanın yüksek olduğu algısının gruplar arası güveni, fedakârlığı azalttığını ve karşı tarafa duyulan düşmanlığı, bencilliği ve rekabeti arttırdığını gösterir.
Düşmanlık duygularının artması karşı tarafın insan gibi algılanmamasına sebep olur ve bu da yardım etme isteğini son derece azaltır. Kutuplaşma algısı, aynı zamanda, devlet müdahalesinin de etkisini azaltır. Koronavirüs salgının başlarında yapılan bir araştırma, son 10 yıldır ülkelerinde kutuplaşma olduğuna inanan insanların devletlerinin koronavirüs müdahalesini kaotik ve dağınık bulduğunu göstermiştir.
Bütün bunlar bize afet sonrasında yaraları sarmanın en etkili yolunun “bizlik” hissini beslemek olduğunu gösterir. Peki, sizce, mağdurları riskli binalarda oturduğu için sorumlu tutmak, vergilerin nasıl harcandığını şeffaf bir şekilde açıklamamak, böyle şeylere zamanımız yok demek, hangi parti suçlu tartışmaları açmak, yardım çalışmalarını “bizlerin-onların” diye ayırmak, bazı çalışmaları yok saymak “bizlik” hissini besleyebilir mi? Yoksa yıpratır mı?
İlginizi çekebilir: Ayrımcılığın Bireysel ve Toplumsal Boyutu