Dr. Gabor Maté “Hepimiz bağlanmayı, otantikliğimize tercih ediyoruz. Bu, kendi başına bir travmadır.” diyerek bağımlılığın, ruhsal sıkıntıların hatta kanserin bile dahil edildiği çoğu hastalığın temelinde çözümlenmemiş travmalar olduğunu söylüyor. Amerikan Hastanesi Sigarayı Bırakma Ünitesi Bölüm başkanı, Code Lotus Mindfulness Merkezi Direktörü Dr. Elif Altuğ da bu yaklaşımı yani travma farkındalığını pratiklerine taşıyan yegane doktorlardan. Dr. Maté ile yürüttüğü Travmanın Bilgeliği söyleşisi sonrası travma-bilgili olmak hakkında merak ettiklerimizi sorduk.
Travma nedir?
Travma kişinin gerçek bir tehdit ile karşılaşıp, fiziksel veya ruhsal zarara uğradığı, bu süreçte korku, çaresizlik, acı gibi tüketici duygular biriktirdiği bir durumdur. Tek bir olay veya tekrarlayan olaylar neden oluşturabilir. Travmatik olaylara karşı gelişen tepkiler yeme ve uyku bozuklukları, ilişki sorunları, koku veya seslere ani ve panik tepkiler gibi çok farklı çeşitte, yoğunlukta ve sıklıkta gözlenebilir. Parmak izi gibi kişiye özeldir. Travma sonrası süreçte ilk etki, kaygı ve korkuların egemen olmasıdır. Bunu travma sonuçları ile baş etmek için bedensel ve zihinsel olarak yoğun bir çalışma dönemi izler. Travmanın oluşumundaki gerçek nedenlere göre algıladığı ve sorguladığı farkındalık başlar, kişi kendini çözümlemek için sorumluluk üstlendiği yeniden yapılandırma aşamasına taşır. Dr. Gabor Mate’ye göre travma ne yaşadığın değil, yaşananlar dolayısıyla sana ne olduğu ile ilgilidir. Travma ile kurduğu ilişkiye yönelmek, bu alana şefkatle ve anlayış ile yaklaşabilmek iyileşmenin anahtarıdır.
Neden eğitim, tıp ve terapi sistemimiz travma bilgili (trauma-informed) bir yaklaşım edinmelidir?
Travma-bilgili ne demektir? İstenmeyen çocukluk deneyimlerinin ve travmaları hepimizin yaşadığını; çoğu davranış ve şikayetlerimizin kaynağında travmaların yatabileceğini, güven ve şefkatin temel olduğu destekleyici tedaviler ile travmatik deneyimlerin çözümünün sağlanacağı bilgisini içermek anlamına gelir. Travma bilgili bakımın amacı kişileri yeniden travma yaşamaktan korumaktır. Travma bilgili yaklaşım “Ne sorunun var?” yerine “Sana ne oldu?” ile başlar. Kişinin geçmiş ve şimdiki zamandaki sürecini kapsar.
Travma bilgili bakım ilkeleri; fiziksel ve psikolojik güvenlik, karşılıklı olarak güven destekleyen ve yapılandıran samimiyet ve şeffaflık, benzer deneyimlerden geçen bireylerin paylaşımı, kararların ortaklık içinde seçilmesi, önyargıların tanımlanıp tepkilerin paylaşımı ve seçimleri oluşmasıyla kişilerin desteklenmesidir. Sadece bireyin anlaşılması ve desteklenmesi değil, örgütsel düzeyde de toplumsal bakışın dönüşmesine katkı sağlar. Gelişen ve yaygınlaşan travma-bilgili anlayış bireylerin eğitim ve öğretim alanlarında, hastalıkların ve bağımlılıkların tedavisinde, aynı zamanda yargı sisteminde de yerini bulmaktadır.
Travmalar neden başlıca çocukluk dönemimizde gerçekleşir? Dr. Gabor Maté’nin öne sürdüğü, çoğumuzun deneyimledi “bağlılığı otantikliğe tercih etme” adaptasyonu travmaların temelinde mi yatar?
Otantik, gerçek olma halindir. Doğalı, içtenliği ve samimiyeti içerir. Çocuk doğduğunda ilk gereksinimi bağlanmadır, temas ve sevgi ister. Bağlanma ilerleyen yaşlarımızda da büyük bir ihtiyaç olarak devam eder. Bağ kurmalı, ait olmalı, sevilmeli ve sevebilmeliyiz. Bunlar temel insan ihtiyaçlarıdır. Diğer bir temel ihtiyacımız ise otantik olmak, bedenlerimizle ilişki içinde olmak, kendimizi olduğu haliyle ifade edebilmek ve böylece ilişki kurmaktır. Bunlar, yaşamda kalmak için gereklidir.
Sorun otantik olursam, anne ve babam beni sevmezlerse ile başlar. Kendi gerçeğimde ısrarcı olursam anne ve babam bununla baş edebilir mi? Çoğunlukla ebeveynler de kendi endişeleri içinde ve kendi otantik hallerinden uzak olduğundan, çocuklarını çok sevmelerine rağmen farkında olmadan istenmeyen tepkiler verirler. Çocuk ne yapar? Bağlılığı seçer çünkü bakımı ve yaşamını sürdürmesi için gerekli olan öncelik bağ kurmaktır ve böylece otantik duruş eksilir.
Bebekliğin 5-9. aylarına rastlayan ayrımlaşma döneminde, bebek kendini annenin kucağından kalkarak hareket etme ve uzaklaşma denemelerine başlar. Bu aşama, kendi bedeni ile otantikliğe attığı ilk adımdır. Anneye bağlı olmadan ve içinden geldiği gibi davranma hali. Bu aşamada ebeveyn tutumu, otantik kavramın korunması ve eksilmesi açısından değerlidir. Örneğin, aşırı korumacı ebeveynler çocukları sürekli kendilerine muhtaçmış gibi davranır. Yine benzer şekilde çocukları hep bir düşman çevre içindeymiş gibi düşünüp, düşkünlük sergiler. Bu nedenlerden dolayı bu çocuk ileride otantik davranışıyla davranamaz. Onu koruyan bireyler olmadığında kendini çaresiz, yalnız ve bir şey yapamaz hisseder. Bağlanma ve otantik olma ihtiyacı her yaşta yenilenen dönüşümlerle devam eder. İhtiyaçlarımızın farkındalığına uyandığımızda, sevgiyi kaynak alıp kendimiz olma tercihini yaptığımızda, denge yenilenir.
Çocuk birincil bağlanma ihtiyacını ailesi ile değil kendi yaş grubu ile kurarsa ne gibi problemler yaşanabilir? Örneğin bu durum bireyi bağımlılığa itebilir mi?
Erişkinler bakım vermek üzere çalışma koşullarına bağlı olarak, çocuk ve gençlerden uzak kaldıkça, birlikte var olarak zaman geçirme süreleri azaldıkça, çocuk beyni bu bağlanmadaki eksiklik ile baş edemez. Bu açığı arkadaş gruplarıyla bağ kurarak kapatmaya çalışır. Onları rehber, yol gösterici, mentor olarak seçmeye başlar. Onlar gibi konuşur, tartışır, davranır. Ebeveynlerinden gördükleri değerlerden farklı bir çevrede bulurlar kendilerini ve bu yarışma hali ile de baş etmekte zorlanırlar. Beyin bağ kurmak için seçimini yapmış ve arkadaş grubunu seçmiştir. Bu gelişmeler ile endişelenen, öfkelenen ebeveyn de artık sorumluluğunu, bilgeliğini sunacağı, bağ kurduğu çocuğuna bakım veremez. Artık ebeveyn de değildir ve daha fazla otorite gösterir. Otoritesini kaybettiği için giderek daha da otoriter tutum sergiler. Daha çok baskı daha çok direnç ile karşılaşır. Sonunda çocuk kötü, yaramaz olarak etiketlenirler. Sevgiden uzak bu ilişki acı oluşturur. Travma gelişir ve acıyı hızla mutluluğa dönüştürecek bağımlılıklar ortaya çıkar.
Dr.Gabor Mate’ye göre eğer çocuğa disiplin vermek istiyorsak, kendimiz ile aramızdaki sevgi bağını koruyup, bizimle olmaktan ve bizi takip etmekten hoşnutluk duyan bir çocuk-ebeveyn ilişkisi şeklini bulmalı ve korumalıyız.
Toplumda bağımlılığa yüklenen tüm negatif konotasyonların, kategorizasyonların aksine bir aksiyonun bağımlılık olarak tanımlanması için hangi unsurları içermesi, nasıl bir motivasyonla yapılması yeterlidir?
Bağımlılık, Dünya Sağlık Örgütü tanımına göre; kullanılan bir psikoaktif maddeye kişinin, daha önceden değer verdiği diğer uğraşlardan ve nesnelerden daha yüksek bir öncelik tanıma davranışıdır. Kontrol, dürtü, yoksunluk ve sonuçlar olarak 4 süreç içerir. Diğer bir tanımıyla Dr. Anna Lembcke’ye göre bağımlılık, hakkında yalan söylediğimiz durumlar, Dr. Gabor Mate’nin bakışıyla ise “Canını yakan ne?” sorusunun cevabıdır.
Bağımlılık ve travma arasında nasıl bir bağ bulunur?
Tüm bağımlılıkların travma ile ilgisi vardır ancak tüm travmalar bağımlılık ile sonuçlanmaz. Beynimizde var olan opiate reseptörleri ve endojen opiatlar sayesinde ağrı ve acı ile baş edilir. İşte, bağımlılık yapan maddeler de bu reseptörleri kullanır. Dopamin ile beynimiz, acısız ve mutlu hisseder. Özellikle beynin gelişmekte olduğu ergenlik yaşlarında doğal sistemin dış uyaranlar tarafından sigara, madde, cep telefonu, Instagram ve video oyunları gibi dopamin uyarısına maruz bırakılması, doğal acı ve haz dengemizi değiştirir. Yeterli olduğumuz halde fazlasının arayışında ve mutsuzluğunda koşarken buluruz kendimizi. Bağımlılığımızın farkına varmak ve kabul etmek ile ilk adımı başlattığımızda; kendimiz ile kuracağımız şefkatli ve dürüst ilişkimiz, özgür seçimlerimizi görmeye yönlendirir.
“Psikonöroendokrinoimmünoloji” adı verilen teoriye göre bağışıklık sistemimiz ve duygu durumumuz nasıl el ele çalışır? Travmalardan duygusal olarak iyileşmek kendini bedensel sağlık üzerinde bir iyileşme ile gösterebilir mi?
Psikonöroendokrinoimmunoloji, zihin ve beden ilişkisinin, bireyin stres ile olan ilişkisinin, beden fonksiyonlarına olan etkisi olduğunu öne süren görüş, yakın zamanlı yapılan çalışmalarda özellikle destek bulmuştur. Strese tepki olarak oluşan bağışıklık sistemi değişikliklerinin endokrin sistemini doğrudan etkilediği ve birbirleriyle de sistemler arası etkileştiği gösterilmiştir. Normal bağışıklık sistemi kendi vücut yapılarını başkalarından ayırt etmeyi bilir ve kendine mümkün olduğunca zarar vermez. Bu özelliğin bozulması durumunda otoimmun hastalıklar ortaya çıkar. Yine stresin, alerjik hastalıkları ve enfeksiyöz süreçleri de etkilediği gösterilmektedir. Stres ve travma ile var olan ilişkimize farkındalıklı ve anlayışlı bir bakış geliştirdiğimizde, bedenimiz ile gerçek bir bağ kurabilme imkanı doğar. Bu da hastalıkların erken tanımlanması, tedaviye katkılı ve dolayısıyla iyileşme sürecini de hızlandırıcı olacaktır.