Biz, modern hayatta duyguları bastırmayı öğrendik. Ertelemeyi, görmemeyi öğrendik. Ağladığımızda “Ağlama evladım.” dendi, korktuğumuzda “Korkma…” Biz de çocuklarımıza aynı mantrayı tekrarladık. “Nasıl?” diye sorsalar, cevaplayamayacağımız bir soru olarak kaldı korkmamak. Kadim gelenekler korkuları, içimizdeki karanlıkları nasıl sağaltacağımızı öğrettiler. Ancak biz gelenek üzere yaşamadık ki. Biz kendimizden kaçmaktan, oyalanmaktan ve yapıp etmekten başka yol bilemedik.
İlginizi çekebilir: Konfor Alanı: Korkuların Ötesindeki Dünya
Bunca zaman halı altına iteklemiş olsak da hiçbir yere gitmedi bastırdığımız o duygular.
Beden evimizde kilitli kaldılar. Şimdi biz evlerimizdeyiz, sosyal imkanlarımız kısıtlı, başımıza üşüşüyorlar sivrisinekler gibi. Biz yine de oyalamaya çalışıyoruz kendimizi, alıştığımız üzere ev imkanları dahilinde yemekler yapıyoruz, oyunlar oynuyoruz, çay demliyoruz, arkadaşlarımızla akşam sohbetlerinde buluşuyoruz, yogaya başladık, zumba, çaça, mambo ne bulursak katılıyoruz. Yeter ki acımasın, yeter ki hissetmeyelim…
Yine de tam oyalanamıyoruz. Çünkü hissetmeye başladık. En çok da korkuyu… Gelecek korkusu, virüs korkusu, hastalık korkusu, ölüm korkusu… Ve diğerleri… Örümcek korkusu, yükseklik korkusu, kim ne dedi korkusu, aşk korkusu, yeterince iyi olamama-yargılanma-el alem korkusu. Ortak insanlığımız… Ortak duygularımız…
Korku aslında kötü değil. Bir uyarıcı, uyandırıcı. Bir görevi de bizi korumak.
Önemli olan hiçbir şeyden korkmamak da değil zaten. Bir miktar korku, soğuk havada battaniye, sıcak yaz günlerinde soğuk limonata gibi. Değerli ustam Sri Sri Ravi Shankar, “Ölüm korkusu yaşamı devam ettirir; hata yapma korkusu, doğruyu korur; hastalık korkusu hijyen sağlar, ıstırap korkusu bizi hakkani kılar.” diyor.
Biz, gözümüze perde, yolumuza engel, ayağımıza bağ olarak bizi bulunduğumuz yerden bir yükseğe sıçratmayan, bizi bizden uzaklaştıran ve o muhteşem potansiyelimizi yaşamamıza engel olan korkulardan ve bunlarla nasıl başa çıkabileceğimizden bahsedeceğiz. Peki korkuyu nasıl ehlileştiririz?
Yalnız değilsiniz
Belki de en önemlisi yalnız olmadığımızı bilmek. Korku, bir insanlık gerçeği. Herkesin korkuları var. Bu bilgi çok basit gibi görünse de aslında son derece önemli. Bu süreçte hep birlikteyiz.
Korkunuzla yüzleşin
Korku, gerçek gibi görünür fakat göz göze geldiğinizde aslında sahte olduğunu fark edersiniz. Fear=False Evidence Appearing Real yani Gerçek Gibi Görünen Sahte Kanıt olarak tanımlanır. Korku, karanlık bir odada gördüğünüz halatı yılan zannetmektir.
Korkularınızla iletişime geçin
Korkunuzun sizi bulunduğunuz yerde tutmak istemesinin bir sebebi var. Boş yere sizi krize sokmuyor. Korkular bizde hoş hisler yaratmasalar da onlar aslında bizimle iletişim kurmak isteyen, durup dinlemediğimiz yanımız. Ama “Bu duygudan hoşlanmıyorum ve bir an önce kurtulmak istiyorum.” demek yerine korkuyu hissettiğinizde işler değişecek.
Gözlerinizi kapatın ve korkuyu gözlemlemeye başlayın. Önce fiziksel hislerinizi fark edin. Bedeninizde neler olduğunu, kalp atışlarınızı ve nefesinizin ritmini fark edin. Bedeninizin neresinde tam olarak korku? Vücudunuza ne yapıyor? Bir kaç derin nefes alıp verin ve korkunuza şu soruyu sorun: “Bana ne anlatmaya çalışıyorsun?”
Bilinçaltınız sizi korumaya çalışır. Sizi korumak için de duyguları mesaj olarak gönderir. Size bünyenizin vermeye çalıştığı mesajı aldığınız zaman, frekansları azalır. Örneğin hastalık korkusu, bir süredir ihmal ettiğiniz sağlığınıza iyi bakmanızı istiyor olabilir sizden. Ölüm korkusu, hayatı doya doya yaşamadığınızın bir sinyalini veriyor olabilir veya yalnızlık korkusu, kendinizde dost olmanızı ve onu çok sevmenizi öğütlüyor olabilir. Bu, bu demektir değil. Sadece her korkunun size özel bir uyarı mesajı olduğunu bilin.
İlginizi çekebilir: Kendimizle Olan Bağı Güçlendirmenin Yolları
Korkularınızı tanıyın
Korku, bilinmeyene karşıdır. Korkacak bir şey olmadığını anlamak için, bilinmeyeni tanımak ve anlamak gerekir. Bilmediğiniz birini tanımak için ona merakla yaklaşır, sorular sorarsınız öyle değil mi? Korkuyu da bu şekilde tanıyabilirsiniz. Kaçmadan. Tam olarak neden korkuyorsunuz?
Örneğin, virüs korkusunu deştiğiniz zaman, arkasında hastalanmaktan, acı çekmekten ve ölümden korkmak yatıyor. Biz acıdan kaçmak, zevke tutunmaya alışığız. Pama Chödrön, “Her Şey Darmadağın Olduğunda” adlı kitabında acıya da zevke olduğu gibi yaklaşmaktan bahsediyor. Zevke düşkünlüğümüz kadar acının da gözlerinin içine bakabilmeliyiz. Ölümü de araştırmaya, hakkında bilgi edinmeye başlayabilirsiniz. “Tibet’in Ölüler Kitabı” bu konuda harika bir kaynak.
Bilmek, korkuyu hafifletir. Belki evinizde tek başınasınız. Yalnızlık üzerinize çöküyor bu günlerde. Oysa tek başına olsanız da, gerçekte yalnız değilsiniz. Meditasyon yapın. İnternet üzerinden yapılan toplu meditasyonlara katılın. Meditasyon zihni yavaşlatır, kalbi açar. İçinizde daha fazla sevgi, hayatla aranızda daha sıkı bir bağ hissedersiniz. Zihniniz dinlendikçe, süreç içinde aslında hiç de yalnız olmadığınızı sezmeye başlayacaksınız.
Korkunuzla kendinizi kimliklendirmeyin
Yani, bu zihninizdeki sesler (“Gelecekte ne olacak? Ya başaramazsam? Yalnız kalırsam? Ya felakete sürüklenirsem?” vb. düşünceler) ve bu vücudunuzda “korku” olarak oluşan his (kalp çarpıntısı, el terlemesi, gerilim vb.) “siz” değilsiniz. Onu kendinizden ayırmak için, korkunuza bir isim de takabilirsiniz. “Tulumba”, “Çaki”, “Domdom” gibi…
Bu korkuyu her deneyimlediğinizde “Aa Çaki sen mi geldin? Buyur otur.” diyebilirsiniz. Onu kendinizden ayırdığınız zaman, onu kabul etmek, gözlemlemek ve bu duyguya kapıldığınızda aklınızdan geçen düşünceleri fark etmek çok daha kolaylaşır. Korkuyu gözlemledikçe tınısı azalır. Çünkü gözlemleyen haliniz, korkan halinizden çok daha kuvvetlidir.
Korku, sevginin var olmadığı yerde kendini var edebilir. Gelecek korkunuzu gelecek sevgisiyle, yaşlanma korkunuzu bilgelik sevgisiyle, ilişkilerle ilgili korkularınızı kendinize olan sevginiz ve güveninizle değiştirin. Kadim öğretiler varoluşu anlatır. Budizm, Yoga, Şamanizm, Tasavvuf… Bu bilgiyi yaşamınıza sokun.
Korkunuzu yendiğiniz zamanki halinizi hayal edin
Düşünün ki bu korkuyu alt ettiniz, neler değişecek hayatınızda? Bu korkunuz olmadığı zaman nasıl olacaksınız? Neleri farklı yapacaksınız? Nasıl yürüyecek, nasıl konuşacaksınız?
Son olarak, yazımı bir Kızılderili hikayesiyle bitirmek istiyorum.
Bilge bir Kızılderili reisi torunuyla birlikte, kabilelerini koruyan siyah ve beyaz kurdun boğuşmasını izlerler. Torunu kabileyi korumak için neden iki kurda ihtiyaç olduğunu sorar. Reis, onların iyilik ve kötülüğün birer simgesi olduğunu, iki kurdun bu kavgalarının ona her zaman insanın içindeki iyilik ve kötülüğün mücadelesini hatırlattığını söyler torununa. Torunu merak eder sorar: “Peki hangisi kazanır bu kavgayı?” Reis cevap verir: “Hangisini beslersek evlat…”
Korkunun kendisine odaklanırsanız, korkunuzu büyütürsünüz. Oysa onu gözlemlerseniz, sizi ne konuda uyardığını anlamaya odaklanırsanız, bu korku ufalır.
Korkularımızla cesurca karşılaştığımız, evden çıkmadığımız ve günde birkaç kez yapma etmelere ara verip, bir köşeye sessizce oturup, gözlerimizi kapatıp, sadece iç dünyamızı gözlemlediğimiz, kendimize sabretmeyi öğrendiğimiz şifa dolu bir hafta olsun!
İlginizi çekebilir: Kalbinizin Sesini Duymanızı Kolaylaştıracak 5 Tavsiye