Fotoğraf: Tahnei Roy

Geçen gün, dünya güzeli bir takipçimden şöyle bir mesaj aldım: “Arzu Hanım merhaba, yazdıklarınızı paylaşımlarınızı severek takip ediyorum. Size bir şey sormak istiyorum: Bu kadar pozitif olmayı nasıl başarıyorsunuz?

Ben 26 yaşındayım ve iş bulmadan tutun birçok stres faktörü ile mücadele halindeyim. Sizin de illa ki zor dönemleriniz olmuştur. Belki stres, anksiyete belki sağlık sorunları. Nasıl bunları aşarak hayata bu kadar pozitif bakabiliyorsunuz? Sizin de başınıza geldi mi böyle şeyler? Genç bi takipçiniz olarak merakımı giderirseniz çok sevinirim. Paylaşımlarınız ve başarınız daim olsun. Sevgiler”  

Bu not üzerine her şeyden önce sizinle açık açık paylaşmak istiyorum ki ben her zaman pozitif değilim

Hatta baba tarafından ödünç aldığım genler sayesinde, son derece karamsarlığa yatkın bir yapım var. Süper ciddi olabilirim. Her şeyi fazlaca ciddiye almaya müsaitim. Ve her gün pozitif olmak ve mutluluğu seçmek için tekrar tekrar karar veriyorum. 

Annem çocukken hep ağladığımı söylüyor. Duygusal olarak hassas olduğum ve yaşamın irili ufaklı stresleriyle nasıl başa çıkacağım hakkında en ufak bir fikrim olmadığı için eskiden bulimia hastasıydım. Psikologlar da psikiyatristler de derdime çare bulamadılar. Ama ben ne pahasına olursa olsun iyileşmeyi ve çok ama çok mutlu olmayı kafaya koyduğumdan, üniversitede psikoloji okumaya ve kendimi iyileştirmenin bir yolunu bulmaya karar verdim. 

Batı psikolojisinin beni iyileştiremeyeceğini fark ettiğimde ise yüzümü doğuya döndüm. Yoga ve meditasyonun beni iyileştireceğini anlayınca bir gün aldım bavulumu, Hindistan’a yoga öğrenmeye gittim. Sadece çeşitli hareketler yapmayı değil; ellerimi kalbimin derinlerine sokup bir bir içimdeki yaralarla yüzleşmeyi, onları iyileştirmeyi, bilinçaltımı boşaltmayı öğrendim.

Bedenimle, düşünsel ve duygusal döngülerimle, davranışsal yatkınlıklarımla, egom ve ruhumla tanıştım. Sonra yıllarca iyileşene, pozitif bir ruh hali yakalayana kadar yoga öğretisinin içinde kaldım çıkmamacasına. Hala da içindeyim. Öğreniyorum, keşfediyorum, iyileşiyorum.  

İlginizi çekebilir: Güne Pozitif Başlamanıza Yardımcı Olacak Sabah Niyeti

Pozitif bir yaşam, tesadüfen olan bir şey değil 

Pozitif olmak doğuştan gelmiyor, buna karar verip bu yola baş koyarak öğreniliyor. Tıpkı üniversite okumak gibi. Bu işte ustalaşmak ise emek, çaba, çokça sabır ve zaman istiyor. Çevremizde pozitif görünen birçok insanın içinde yalnızlık, ıssızlık, çaresizlik hisleri, öfke ve korkular kol geziyor. 

Instagram’a hiç bakmayın. Dünyada 300 milyon kişi depresyonda. Acı, bir yaşam epidemiği. İnkar ise yaşam stilimiz. Önce bunu kabul etmeliyiz. Çoğumuz, yaşam boyunca bu acıların etrafından yol yapmayı öğreniyoruz. Alışveriş, alkol, işkoliklik, seks, gezme merakı ve daha pek çok bağımlılık ile acılarımızı bastırmanın ve ondan kaçmanın yollarını buluyoruz. 

Geçmişten gelen ve çözemediğimiz travmaları, bu şekilde görmezden gelmek içimizdeki acıyı dindirmiyor, sadece öteliyor. Tıpkı ağlayan bir çocuğun ağzına bant yapıştırmak gibi. İçimizde sıkışanları iyileştirmediğimiz için de uzun vadede depresyon, kaygı bozukluğu, panik atak, çeşitli fobiler, uyku sorunları baş göstermeye başlıyor. 

İlginizi çekebilir: Depresyon Nedir? Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Pozitif bir yaşam için önce salonun ortasında kocaman bir fil olduğunu kabul edeceğiz ve ondan kaçmayı bırakacağız. Geriye kalan adımlar ise kararlılık istiyor. Kendimizle yüzleşmeyi, bolca davranış değiştirmeyi ve dönüşümü gerektiriyor. Ama size şunu garanti edebilirim ki pozitif olmaya başlıyorsunuz. Sebepsiz yere daha fazla gülmek istiyorsunuz. En nihayetinde, sadece hayata devam ettiğiniz değil; yaşadığınızı, nefes aldığınızı, özgür olduğunuzu hissediyorsunuz. Yani iyileşiyorsunuz. Pozitif bir yaşam kurmanın en önemli birkaç adımını şöyle sıralayabiliriz: 

1. Son derece zeki ve sistematik çalışan ve bizi kendi gerçeğimizden itinayla uzaklaştırmayı başaran sistemi anlamak ve tanımak

Bilimsel araştırmalara göre, beynimizden saniyede 400 milyar parça bilgi giriyor. Ve bu bilgi geçmiş bilgilerimizin filtresinden geçiyor ve biz sadece 2000’ini işleyebiliyoruz. Yani beyne duyu organları aracılığıyla bilgi akışı sağlanıyor fakat biz bu bilgiyle ne yapacağımızı öğrenmediğimiz için sadece bir kısmını proses edebiliyoruz. Buna algıda seçicilik deniyor.

Dünya gerçeğimizi, bize öğretilen gerçeklik üzerinden belirliyoruz. Öğrendiklerimizi ve bilinçaltında sakladıklarımızı baz alan bu konuşkan mekanizmanın farkına varmak, onu dönüştürebilmenin ilk adımı. İçinizdeki seslere hiç şahit oldunuz mu? “Sen tam bir ümitsiz bir vakasın, başaramazsın, spora başlayacağım, sağlıklı besleneceğim, kilo vereceğim, sabahları erken kalkacağım, neyse sonra yaparım, senden nefret ediyorum, bir şeyi de beceremiyorsun…” Bu sesler, bizim duygu dünyamızı ve davranış biçimimizi belirliyorlar. 

2. Sistemi kırmak 

İçimizde bazı sesler olduğunu fark ettikten sonra sistemdeki hatayı da yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz. Yaşamımızın yönetimi otomatik halde zihnimizde dönüp duran düşüncelerimizin elinde. İçimizde iki tip düşünce var: Bir kısmı yaşamı destekleyen, diğer bir kısmı ise yaşamı köstekleyen düşünceler. 

Hatta bununla ilgili çok güzel bir Kızılderili hikayesi var. Kızılderili reisi ve torunu kulübelerinin önünde oturmuşlar, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlarmış. Köpeklerden biri beyaz, öteki siyahmış. Torunu kendini bildiğinden bu yana dedesinin gözünün önünden ayırmadığı o köpekler kulübenin önünde boğuşup duruyorlarmış. Çocuk bir gün dedesine kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu, neden ikinci köpeğe gereksinim duyduğunu ve renklerinin neden siyah ve beyaz olduğunu sormuş.

Yaşlı reis bu soruya şöyle yanıt vermiş: “Onlar benim için iki simgedir yavrum. Biri iyiliğin, öteki kötülüğün simgesidir. Aynen bu köpekler gibi, iyilik ve kötülük de içimizde sürekli bir savaş içindedir. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için sürekli yanımda tutarım onları.” Çocuk bu yanıt üzerine “Aralarında bir savaş varsa, bu savaşın bir kazananı ve bir kaybedeni olmalı. Hangisi kazanıyor peki bu savaşı?” diye sormuş. Reis, “Ben, hangisini daha çok beslersem savaşı o kazanır.” diye yanıtlamış. Sistemi kırmak, kötü alışkanlıkların yerine iyilerini koymakla mümkün.

Her gün sistem kırma pratikleri yapmak gerek. Arada sırada değil. Canımız sıkılınca değil. Zorda kalınca değil. Her gün. Her kadim yolun kendine göre pratikleri var. Öncelikle öz ve varoluş bilgisi. Sonra meditasyon, yoga hareketleri, nefes egzersizleri veya erdemli yaşam.

3. Paraya, başarıya, prestije verdiğimiz önemi ve emeği sevgiye vermek

Sri Sri Ravi Shankar, “Sevgi bir duygu değildir, sizin varoluşunuzdur. Maddenin yapı taşı atomsa ruhun yapıtaşı da sevgidir.” diyor. Sevgiyi kimse bize bir varoluş biçimi olarak anlatmadı. Sevgiyi kendimizde, kendi varoluşumuzda aramadık. Sevgiyi biz hep ikilikte değerlendirdik. 

Pozitif kalabilmek, varoluş biçimi olan sevgiyi açığa çıkarmakla mümkün. Eğer bunu istiyorsak o zaman işe kendimizle başlamalıyız. Çünkü kendimizi sevmeden bir başkasını da hakkıyla sevemeyiz. Kendi içimizde huzur ve barışı sağlamadan, hiç kimse için huzur ve barış dolu bir dünya kuramayız. Kendimizi önemsemeden bir başkasını istesek de önemseyemeyiz. 

Her şeyden önce, kendimizle aramızdaki ilişki eğer yaşamı desteklemiyorsa kurduğumuz tüm ilişkiler de yaralı olur. Kendimize zarar vermeyi sürdürdüğümüz için başkalarına da zarar vermeye devam ederiz. Günümüzde sevgiyi tam olarak kendi içimizde hissedemediğimiz için, ilişkilerimizde ve iletişimimizde de bu hastalıklı şekliyle yaşıyoruz zarar vererek, hırpalayarak, hoyratça ve istemeden de olsa üzerek.

İlginizi çekebilir: Kendinizle Olan Bağı Kuvvetlendirecek 4 Yol

Kristine Neff’in araştırmasına göre, bize acı veren duygularımızı şefkatle sardığımız zaman, beden kimyamızı da değiştiriyoruz. Öz eleştiri kan basıncını, adrenalin ve kortizol(stres hormonu) yükseltiyor, öz şefkat ise oksitosini yani bağlanma hormonunun salgılanmasına sebep oluyor. Bu hormon, güven, sükunet ve cömertlik hissini getiriyor. 

Erich Fromm’a göre ise sevmek bir sanat 

Her ne kadar başımıza tesadüfen gelmiş bir şey gibi görünse de aslında her sanat dalı gibi, bilgi ve çaba istiyor. Ona göre sanat iki aşamada öğrenilir, ilki teoride ustalaşmak, ikincisi ise pratiğe geçirebilmek. Teori ve pratikte ustalaştığınız zaman ikisi birleşiyor ve artık sezgisellik devreye giriyor.

Fakat bir sanatı icra etmekte bir önemli nokta daha var ki o da o sanatı temel bir kaygı haline getirmek. Fromm’a göre günümüzde sevgi için derin bir arzu olmasına rağmen başarı, prestij, para ve güç daha ön planda tutuluyor. Bunları elde etmek adına çokça güç ve enerji harcıyoruz oysa sevme sanatını öğrenmeye vakit ayırmıyoruz.  

Bu, pozitif bir yaşam formülünün çok kısa bir özeti. Pozitif olmanın sırrı, insanın zihnini aşıp ruhu ile bağ kurabilmenin bir yolunu bulması.

İlginizi çekebilir: Kendini Sevme Sanatı



Arzu Özev

1983 yılında İstanbul’da doğan Arzu, Saint Joseph Lisesi’ni bitirdikten sonra University of Massachusetts Amherst’te psikoloji okuduğu yıllarda, Sudarshan Kriya nefes tekniği ve yoga öğretisiyle tanıştı. Hindistan başta olmak üzere, Yeni Zelanda, Güney Afrika, ABD ve Almanya’da kişisel gelişim ve yoga konusunda birçok eğitim alarak, sertifikalı eğitmen oldu. Dünya çapında 150...



BLOOM SHOP