Ev dediğimiz, kendimizi ait hissettiğimiz yeri bazen çok uzaklarda arıyoruz. Oysa evimiz dediğimiz yerin tam burnumuzun dibinde olduğunu unutuyor olabilir miyiz? Asıl ve tek evimizin bedenimizde ve bu bedene can veren nefesimizde olduğunu farkına varmadan bir ömür yaşabiliyoruz. Bu farkındalığa ise sadece ve sadece bu anın içinde varabilecekken dikkatimizi sürekli dış dünyada ve bir sonraki anda tutarak anbean evde olma fırsatını kaçırıyoruz.
Anı yakalayabilmek gerçekten mümkün mü?
Nefesimiz ve bedenimiz bize anda kalmayı hatırlatıyor. Peki anda kalmak mümkün mü? Hayır! Mümkün değil ve aynı zamanda “evet” mümkün. Başka bir deyişle anı farkındalıkla deneyimlemek ve deneyimledikten sonra farkındalıkla aktarabilmek mümkün. Nasıl?
Önce nefesimizin ve bedenimizin farkında olmalıyız. Nefesimiz ve bedenimiz bu dünyadaki tek gerçek evimiz. Öyle ise anda kalabilmek için önce evimizin yolunu bulmaya ihtiyacımız var.
Eckart Tolle, tüm kitaplarında ve konuşmalarında “şimdiki an” için “Tek gerçek an ve benim tek evim” diyor. Bu gerçek ana en kısa ve kolay yolla, nefesimizi izleyerek varabiliriz. Zihnimizdeki şartlanmış düşünceler bizi hem bu andan kolaylıkla kopartabiliyor hem de gerçek evimizden uzaklaştırabiliyor. Gelecek ve geçmişin düşünceleri arasında sıkıştığımızda ve bu andan koptuğumuzda nefesimiz ve bedenimiz ile bağlantımız bilinçsiz bir hale dönüşüyor. İşte o an evimizden çok uzak diyarlara gidiyoruz.
Nedense çoğumuz eve dönmekte, evin yolunu bulmakta zorlanırız. Özellikle zor zamanların içinden geçerken, sıkıntılarla, aşk acılarıyla, kayıplarla, kafa karışıklıklarıyla, yanlış anlaşılmalarla baş etmeye çalışırken evin yolunu şaşırırız. Kontrolü kaybettiğimizde ise panik oluruz. Aslında yaşamda nefesimizden başka hiçbir şeyi kontrol edemediğimizi anlamaya başlarsak kaotik anlarda da yeniden kontrolü ele alabilir ve evin yolunu bulabiliriz. Kontrol edemediklerimizi kontrol etmeye çalıştığımızda olanlara karşı direnmeye başlarız, acımız ve zorluklarımızın aynı oranda büyüdüğünü göremez hale geliriz. Tüm bu zorlukların içinde kaybolduğumuzda durup bedenimizi ve nefesimizi fark ederek ve kaybettiğimiz bağlantıyı yeniden kurarak hızlıca merkezlenip kolayca yeniden yola girebileceğimizi neden unutup duruyoruz acaba?
Zor zamanlardan geçerken bedenimizle yeniden bağlantı nasıl kurabiliriz?
Bize unuttuklarımızı hatırlatan çok değerli bir öğretiye sahibiz. Mindfulness, Pali dilinde “hatırlamak” demek. Mindfulness bize yaşamla kurduğumuz bağlantıyı, yaşamı ve kendimizi hatırlamayı öğreten 2500 yıllık bir öğretiyi aktarıyor. Yukarıda sürekli unuttuğumuz nefesimiz ve bedenimiz arasında bağlantı kuralım derken bir metafordan bahsetmiyorum.
Gerçek anlamda korktuğumuzda ve panik olduğumuzda nefesimizi tutup bedenimizi kastığımızda kendimizle bağlantımız kopuyor. Bu durumun farkına varırsak aslında çok basit farkındalıklı bir müdahale ile bu anlarda nefesimizin yönünü değiştirebiliriz. Bu, o anki deneyimin bizde yarattığı etkiyi değiştirmemizi kolaylaştırır. İşte bizi anbean evimize döndürebilen sihirli aracımız nefesin sırrı budur. Nefes, değiştirilemeyecek olanı biz farkında olmadan değiştirebilen ve bunu her an, her durumda yapabilecek olan tek aracımızdır.
Mindfulness öğretisi bize şimdi ve burada olmayı öğretirken, nefes pratikleri ise bize şimdi ve burada olanı dönüştürmeyi sağlar. Kaçınılmaz olan değişimin içindeyken acımız ile nasıl yaşayabileceğimizi, nerede ve nasıl durabileceğimizi öğreten, şefkat ve bilgelik üzerine kurulu olan mindfulness öğretisi aslında bize evin yolunu gösterir ve yeni bir yaşam biçimi sunar. Her ne oluyorsa olsun, o anın içinde kendimize geri dönebilmemizi sağlar. Evimize, nefesimize ve bedenimize dönüşümüzü sadece bu anın içindeki farkındalığımızı uyanık tutarak deneyimleyebiliriz.
Günün sonunda her zaman eve dönmek bizi ait ve güvende hissettirir. Olduğumuz yere ait hissetme ihtiyacımız gibi kendimize de ait hissetme ihtiyacına sahibiz. Kendimize ait hissetmek çok önemlidir çünkü yaşama güven duygusunun en temel taşıdır. Eğer kendimizi nefesimize ve bedenimize ait hissetmezsek dış dünya ile nasıl güvenli bir bağ kurabiliriz ki?
Kendini kendine ait hisseden dışarıda neler olursa olsun kendini başkaları ile tamamlamaya, kendini ait olmadığı yerlere sokmaya çalışmaz. Kendiyle ve dış dünya ile daha çok barış içinde yaşar. “İçeride ne varsa dışarıda o vardır” sözünü hatırlarsak içinde bulunduğumuz dünyayı kendi içimizdekilerin sorumluluğunu alarak değiştirebileceğimizi ve dönüştürebileceğimizi hatırlarız. Öyle ise önce kendi evimizin yolunu bulup onu nasıl yarattığımızdan sorumlu olursak içinde yaşadığımız dünyaya karşı sorumluluğumuzu da yerine getirmiş oluruz.
Gandhi’nin “Yaşamak istediğin değişimin kendisi ol” sözünü şöyle değiştirerek bitirmek istiyorum eve dönüş yolunun son sözlerini: “İçinde yaşamak istediğin evin kendisi ol. Önce nefesin ve bedenin ol.”