İsviçreli psikiyatr olan Carl Jung gölgemizi anlatırken: “Kınadığımız aile ferdimiz, yargıladığımız bir dostumuz, şikâyet ettiğimiz çocuğumuz, başımızı tiksintiyle çevirdiğimiz herkeste gördüğümüz gölge parçalarımızdır.” diye ifade eder. Başkalarında gördüğümüz bizi rahatsız eden, korkutan, tiksindiren her şey kendini karanlık gölgeleri ile gösterir. Bu yönlerimizi sevdiklerimizden hatta tüm dünyadan saklamaya çalışırız. Hakkımızda bilinmesini istemediğimiz ne varsa hepsi kendi karanlık gölgelerimizdir.
Gölgelerimizi evimizin en altında kimsenin bilmediği bir mahzene hapsederiz. Bilmeyiz ki hapsettiğimiz sadece gölgemiz değil aynı zamanda ruhumuzun bir parçasıdır. İşte o an ruhumuzun tamlığından bir parçayı kaybederiz. Oysa hepimiz eksiksiz olarak dünyaya geldik ama parçalanarak yaşamaktayız.
Eksiksiz olarak dünyaya geldik fakat parçalanarak hayatımızı devam ettirmekteyiz.
Gölgelerimiz; acı verici, utandırıcı, nahoş düşünceler, fikirler, sesler, davranışlar ve seçimleri sergiler. Bunları da yargılar, bastırır ve yok sayarız. Maalesef ki bu davranışımız onları yok etmez tam tersi, aynı oranda güçlendirir. Bastırdıklarımız içimizde büyür. Gizli yer altı mağarasında karanlıktan beslenen bir canavara dönüşür. Ne kadar uzun süre karanlıkta kalır ise o kadar güçlenir ve kontrol edilemez duruma gelir. Hiç beklemediğimiz bir anda aniden çıkıp, direksiyona geçer bizi yönetmeye başlar. “Ben bunu nasıl yaptım?” dedirtecek hareketler sergiletir. Gölgelerimiz tahmin ettiğimizden çok fazla hayatımızda bilinçli ya da bilinçsizce aldığımız birçok kararın arkasındaki başrol oyuncusudur.
Gölgelerimiz nasıl doğdu?
Çok ufak yaşlarda kendimizi ifade etmek için yüksek sesle konuştuğumuzda, içimizden geldiği gibi davrandığımızda ve bunlar yüzünden yargılandığımızda kendimizi ifade etme özgürlüğüne sahip olan parçamız ufak bir yara alır. “Çok gürültülü bir çocuksun seni bir daha yanıma almayacağım, herkese sadece rahatsızlık verdin.” lafını işittiğimizde, “Kendimi özgürce ifade edersem evde kalırım. Ailemle olmak için kendimi ifade etmekten, kendimden ve haklarımdan vazgeçmeliyim.” diye bir inanç geliştirir ve yeni bir seçim yaparız. İşte o an gölgemizin doğduğu andır.
Varlığımız yerine ailemizi seçeriz. Çünkü hepimiz DNA’mızda kayıtlı olan ait olma, sevilme, onaylanma ihtiyaçları ile yaşarız. Bu ihtiyaçlardan ötürü, ailemiz, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, tüm toplum tarafından kabul görmeyecek her parçamızı yıllar geçtikçe o mahzene yavaş yavaş hapsetmeye başlarız. Kendi özümüze ait olan birçok parçayı hapsettikten sonra, bizden geriye pek bir şey kalmadığında sadece kabul gören davranışları sergileyen personamız, egomuz, toplumun kabul ettiği farklı maskelerle yaşamını devam ettirir.
Bu maskeler bize çok hizmet etse de bizi kendimizden o kadar çok kopartırlar ki kendimizi tanıyamaz hale geliriz. “Ben kimim? Ne severim, benim için ne önemli? Kimin için yaşıyorum?” gibi soruların cevaplarını unuturuz. Kendimizden kopma hali, farkında olmadığımız bir içsel huzursuzluk ve acı yaratmaya başlar. Bu huzursuzluğu, mutsuzluğu dolduracak arayışlara gireriz.
Bu huzursuzluğu farkına varıp onlardan arınmak istediğimizde ise zorlanırız. Bu arınma sürecine girmeden önce tüm takındığımız maskelerimizi, kostümlerimizi tanımalı ve kabul etmeliyiz. Onları yargılamak ve dışlamak yerine kucaklamalıyız.
Her maskenin bir amacı var
Her maskenin bir amacı var. Bizi korumak, beslemek ve fayda sağlamak. Bu faydayı görmeden ve onu onurlandırmadan o kostümden soyunamayız. Bu soyunma işlemi bir nefeslik kısa bir sürede gerçekleşebilir veya bazen de yıllar boyunca gerçekleşmeyebilir.
Maskelerimizden nasıl arınırız?
Maskemizden arınmak için önce gölgemizi tanımalıyız. Çünkü o, maskelerimizi giyinmemize sebep olan aslında kimseye göstermek istemediğimiz gölge taraflarımızdır.
Gölgemiz bize yansımalarla kendini gösterir
Yansıtma, egomuzun bilinçsizce kullandığı bir savunma mekanizmasıdır. Yansıtmalarımız başkaları hakkında gibi olsa da aslında kişiliğimizin gizli tarafları hakkındadır. Aydınlık ve karanlık taraflarımızı kapsar. Değersizliğimizi yansıttığımızı gibi becerikli, iş bitirici tarafımızı da yansıtırız. Yansıtma doğaldır, tek sorun ikisini de sahiplenmediğimizde doğar.
Çoğumuz gölgemize körüzdür. Bu sebeple kendimizde beğenmediğimiz bir yönü görmek ve kabul etmek zor olduğu için etrafımızdakiler de bu yönleri görürüz. Kendimizi eleştirmektense onları eleştirmek daha kolaydır. Oysa onlar bize birer aynadır. Biz bizde olmayan bir şeyi başkasında göremeyiz. Hoş ya da nahoş, sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz her şey bizim bir parçamızdır. Aksi halde o parçayı tanıyamaz, tanımlayamazdık.
Hepimiz şiddete karşıyızdır buna rağmen içimizde çocuklarına şiddet uygulamış ve bunu itiraf etmekten aşırı utanan birileri muhakkak vardır. “Dayak cennetten çıkma” mantığı ile büyüyen bir toplumun evlatlarıyız. Bu sebeple inkâr etsek de hepimizin içinde şiddet potansiyelleri olan birer ebeveyn mevcut. Bizler bu potansiyeli yok saydıkça onu karşımızdakinde görürüz; onları yargılarız ve bir gün kendimizi birine şiddet uygularken bulabiliriz. Uygulanan şiddet fiziksel bir şiddet olmayabilir. Birçok duygusal şiddet en az fiziksel kadar hatta daha fazla zarar verici olabilir.
Neyi yargılıyorsak onu yapıyor ya da o dürtüyü harekete geçirmemek için aşırı efor harcıyor ve bastırıyoruzdur.
Işık gölgeleri nasıl tanırız?
Gölge hep karanlık değildir. Işık gölgelerimizde mevcuttur. Sahiplenmekten utandığımız kötü diye etkilenen özelliklerimiz hariç, sahip olduğumuz olumlu ve yapıcı taraflarımızı da kabul etmekte zorlanır ve başkalarına yansıtırız. Filmlerdeki kahramanlar içimizdeki ışık gölgemizi bize yansıtırlar. Hepimizin hayran kaldığı, ilham aldığı insanlar vardır. Peki kendi ışık gölgemizi nasıl tanırız?
Hayran olduğunuz kahramanların özelliklerini bir kağıda yazın ve hepsini ben dili ile okumaya başlayın. Listenizde henüz farkında olmadığınız ve yaşamda görünür kılmaktan çekindiğiniz özellikleriniz bulunacaktır.
Karanlık gölgeleri nasıl tanırız?
- Ben kimleri eleştiriyorum, kimleri yargılıyor, kimlere dayanamıyorum?
- Kimlerden korkuyorum, utanıyorum, çekemiyorum, kıskanıyorum?
- Ayıpladığımız ve yargıladığım davranışlar ne?
- Bu davranışları gördüğümde ne hissediyorum?
- İnsanlardan saklamaya çalıştığım davranışlarım neler?
- İnsanlar bu yönlerimi gördüğünde nasıl hissediyorum?
Bu sorular bize gölge yanlarımızı bulduracaktır. Ayrıca utanç, suçluluk, kibir, korku, öfke duyguları, özellikle de göstermeye çekindiğimiz tüm duygularımız bizi gölgelerimize götürecek pusulalardır.
Gölgemiz güçlendikçe bizi daha değersiz, yeteneksiz işe yaramaz, hiçbir şeyi hak etmeyen biri olarak hissettirir. Değersizlik duygularınız artıyor ise belki de gölgelerimize bakma zamanı gelmiştir.
Gölgesi olmayan insan yoktur. Gölgeler konusu insanı anlama yolundaki en temel konudur. İnsan anlama çalışmalarının, psikolojinin çoğu gölgelerimiz üzerine kuruludur. Travmalarımızı ve yaralarımızı iyileştirmemiz gölgelerimizle barışmamızla direkt olarak ilişkilidir. Öyle ise gelecek hafta yazımın devamına kadar birinci ve ikinci adımını paylaştığım gölgeleri tanıma süreçlerini kendinize uygulayabilir, hem ışık hem de karanlık gölgelerinizi yakından tanıyabilirsiniz.