YAZAN: ALEYNA TEPE İPER

Zihnimiz “travma” kelimesini genellikle büyük acılar, krizler ya da uzun süreli ruhsal çöküşlerle eşleştirir. Fakat travma, sanıldığının aksine yalnızca yıkıcı değil; aynı zamanda öğretici, dönüştürücü ve farkındalık yaratıcı etkilere de sahiptir. Hepimiz, hayatın belli dönemlerinde farkında olarak ya da olmayarak çeşitli travmalara maruz kalırız. Bunların bir kısmı öylesine normalleşmiştir ki yaşadığımız deneyimin bir travma olduğunu bile fark edemeyebiliriz. Oysa bazı travmalar, artık bize iyi gelmeyen, hayatın dengesini bozan ve bize hizmet etmeyen düşünce kalıplarını geride bırakmak için bir çağrı niteliğindedir. Yani aslında, travmalar her zaman kötü ya da yıkıcı değildir. Peki travmanızı nasıl tanıyabilirsiniz? Bu travmaların dönüştürücü etkisinden nasıl faydalanabilirsiniz. Sizin için araştırdık!


Her travma yıkıcı mı?

Travma, çoğu zaman tek tip bir deneyim gibi algılanır. Oysa kişisel bir deneyimdir ve herkes için farklı şiddette, formda gerçekleşebilir. Sizi sarsan ve derin izler bırakan bir olay, başka biri için çok daha basit bir deneyim olarak algılanabilir. Bunun sebebi, travmanın etkilerini belirleyen şeyin yalnızca deneyimin kendisi olmamasıdır. Travmatik olaya verilen duygusal, fiziksel ve psikolojik tepkiler kişisel deneyimin “nasıl” olacağını belirler. Kişisel tepkilerimiz yaşadığımız dönem, yaşımız, destek sistemimiz, karakterimiz gibi birçok farklı faktörle ilişkilidir. Tüm bunlar, aynı olayın kişiden kişiye nasıl farklı sonuçlar doğurabileceğini açıklar. Bu nedenle, travmayı sadece olayın “yıkıcı” ya da “hafif” olmasıyla değil, “deneyimin içsel yansımasıyla” da değerlendirmek gerekir. Travmanın bu kadar kişisel olması, onu sınıflandırmayı karmaşık hale getirir. Bu noktada uzmanlar, travmanın etkilerini daha iyi anlamak ve görünür kılmak için onu iki temel grupta inceler: “büyük T” travmalar ve “küçük t” travmalar. Bu sınıflandırma, travmanın kişisel doğasını göz ardı etmeden, onun farklı şiddet ve şekillerde belirebileceğini anlamamıza yardımcı olabilir.

Büyük T Travmalar (Big T Trauma)

Büyük T travmalar; kişinin yaşamını tehdit eden, şiddetli, ani ve çoğunlukla kontrol edilemeyen olaylar olarak tanımlanır. Fiziksel ya da cinsel istismar, ciddi kazalar, doğal afetler, savaş deneyimleri, ciddi hastalıklar, ani kayıplar veya yoğun şiddet içeren olaylar bu kategoriye girer. Bu tür travmalar genellikle hayatta bir nevi “öncesi ve sonrası” algısı yaratır. Çünkü bu tip travmalardan sonra kişinin dünyayı algılayış biçiminin, güven duygusunun ya da benlik algısının ciddi biçimde sarsılması olasıdır. Büyük T travmalar, çoğu zaman flashback’ler, kabuslar, yoğun kaygı, panik ataklar, duygusal kopukluk ya da travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) gibi belirgin semptomlarla kendini gösterir.

Küçük t Travmalar (Little t Trauma)

Küçük t travmalar ise, yaşamı doğrudan tehdit etmese de kişinin duygusal dünyasında kalıcı etkiler bırakan ve çoğu zaman hafife alınan deneyimlerdir. Çocuklukta duyulmadığınızı hissetmek, bir yetişkin tarafından sürekli eleştirilmek, sosyal çevrede dışlanmak, duygularınızın geçersiz sayılması, başarısızlıkla özdeşleştirilmek, koşullu sevgi ile büyütülmek… Bu tür deneyimlerin her biri, kişinin benlik algısını, sınırlarını ve hayata güvenini şekillendirir. Üstelik çoğu zaman kişi, yaşadıklarının travmatik olduğunu bile fark etmez. Çünkü bunlar toplumda “zaten herkesin başına gelir” şeklinde normalleştirilir. Oysa anlamlandıramadığımız tepkilerimizin, etraftan duyduğumuz eleştirilerin ya da nedenini bilmeden hissettiğimiz duyguların kaynağı bu travmalar olabilir.

Küçük t travmalar yaşamın bir parçasıdır ve çoğu zaman dönüştürücü yaralar açarlar. Bu yaralar, dönüşümün kapısını aralayan ilk çatlakları oluşturur. Herkesin mutlaka büyük bir travma yaşaması gerekmez ama pek çoğumuzun yaşam öyküsünde bir noktada, küçük ama anlamlı bir kırılma vardır. İşte bu kırılmalar, çoğu zaman dönüşüm ihtiyacının ilk belirtileridir.

Ortak travmalarımız neler?

Hayat stabil bir akışa sahip değildir. Zaman içinde kayıplar yaşarız, ilişkilerimiz değişir, bazı hayallerimiz eksilir ya da bazı gerçeklerle yüzleşiriz. Tüm bunlar farkında olduğumuz ya da olmadığımız kırılmalara sebep olur. Bu kırılmaların her biri, kim olduğumuzu ve neye ihtiyaç duyduğumuzu anlamaya çalıştığımız süreçlerde iç dünyamızda bir travma tepkisine sebep olur. Bu travmalar varlıklarını çoğu zaman davranışlarımız, tepkilerimiz ve ilişkilerimiz üzerinden belli ederler.

Bireysel bağlamda bu süreç, doğduğumuz andan itibaren başlar. Bebeklikte kurduğumuz ilk bağlar, annemizden ayrılma süreçleri, duygusal ihtiyaçlarımızın karşılanma ya da karşılanamama biçimi… Bunların her biri, benliğimizin temel yapı taşlarını oluşturur. Eğer duygusal ihtiyaçlarımız yeterince görülmez ya da tutarsız şekilde karşılanırsa, bedenimiz ve zihnimiz bunu bir tehdit olarak kaydeder. Kaydettiğimiz bu deneyim ise bir travma olarak hayatımızda yer edinir. Çocukken hissettiğimiz bu kırılganlıkla baş edebilmek için içsel savunma mekanizmaları geliştiririz. Psikanalist Donald Winnicott’un da tanımladığı gibi, gerçek benliğimizin yerine dış dünyayla uyumlu ama içimizle mesafeli bir “sahte benlik” inşa ederiz. Bu sahte benlik; bizim sevilmek, kabul edilmek ya da dışlanmamak adına benimsediğimiz, çoğu zaman başarılı ama içsel olarak yorucu bir rolü temsil eder. Zamanla bu rol, bizi korumakla kalmaz, aynı zamanda gerçek benliğimizden uzaklaştırır.

Ergenlikte ve yetişkinlikte ise, bu ilk yaraların izleri daha farklı formlarda karşımıza çıkar. İlişkilerde yakınlık kurmakta zorlanmak, sürekli kendini kanıtlama ihtiyacı, boşluk hissi, duyguları bastırma eğilimi ya da tam tersi aşırı duygusal tepkiler… Bunların her biri, çocuklukta başa çıkılamayan duyguların yetişkinlikteki yansımalarıdır. Tüm bu nedenlerden dolayı aslında hepimizin içinde “bize göre” küçük ya da büyük bir travma deneyimi vardır. Bu, herhangi birimizin zayıf ya da eksik olduğu anlamına gelmez. Aksine, bu travmalar yaşamın kaçınılmaz parçalarıdır ve çoğu zaman bizi uyandıran, derinleştiren, güçlendiren dönüşüm alanlarıdır.

Öte yandan travmanın bireysel yönü kadar, toplumsal ve kolektif bir boyutu da vardır. Ekonomik krizler, göç dalgaları, pandemiler, kadın ya da çocuk hakları ihlalleri gibi olaylar sadece bireyleri değil, bütün toplulukları etkileyen travmatik deneyimlerdir. Bu tür kolektif travmalar da tıpkı bireysel olanlar gibi, hem yaralayıcı hem de dönüştürücü bir potansiyele sahiptir. Toplulukların acıdan sonra gösterdiği dayanışma, yeni bilinçler, ortak iyileşme süreçleri ve ortak eylemler, travmanın sadece bir çöküş değil aynı zamanda bir uyanış olabileceğini de gösterir.

Travma nasıl dönüştürür?

Travma sonrasında, alışıldık düzen bozulur, kontrol hissi kaybolur ve çoğu zaman travmanın ardından yaşam “öncesi” ve “sonrası” diye ikiye ayrılır. Ancak bu tür sarsıntılar sadece bir kaybı değil, aynı zamanda bir dönüşüm sürecini de beraberinde getirebilir. Bu dönüşüm süreci ise kimliğin yeniden inşa edildiği, anlam arayışının derinleştiği ve kişisel farkındalığın güçlendiği bir alan sunar.

→ Travma sonrası büyüme

Travma sonrası büyüme (Post-Traumatic Growth) kavramı, yaşanan travmaların ardından gelen pozitif değişim sürecini temsil eder. Bu teoriye göre yaşadığımız travmaların ardından daha derin bir yaşam anlayışı, daha güçlü ilişkiler ve daha anlamlı bir varoluş duygusu geliştirebiliriz. Ancak elbette bu dönüşüm süreci kendiliğinden gerçekleşmez. Çoğu zaman bir uzmanın da desteğiyle travmanın yarattığı sarsıntıya bilinçle, merakla ve şefkatle yaklaşıldığında bu içsel dönüşüm mümkün olabilir. Acıdan kaçmak yerine onunla temas kurmak, yaşananları bastırmak yerine anlamlandırmaya çalışmak bu sürecin temelidir. Travma, bu yönüyle yalnızca bir yaraya değil; kendimizle daha derin, daha dürüst ve daha özgür bir bağ kurmamıza alan açan bir deneyime dönüşür.

→ Kimliğin yeniden inşası

Travmalar, güvenlik hissini sürdürebilmek için geliştirdiğimiz birçok kimlik parçasını gün yüzüne çıkarır: her şeyi kontrol etmeye çalışan zihin, herkesi memnun etmeye çabalayan çocuk, duygularını bastırarak hayatta kalmaya alışmış yetişkin… Bu parçalar, bir dönem bizi korumuş olsa da zamanla içsel benliğimizle temasımızı zayıflatır. Yine de bu parçaların varlığı oldukça doğaldır; hepimizin, farklı yaşlarda oluşmuş, bizi bugüne taşıyan birçok içsel parçası vardır.

Travma sonrası dönüşüm, bu parçaları bastırmak ya da değiştirmeye çalışmak yerine, onlarla tanışmak ve taşıdıkları duygusal yükleri anlamaya alan açmakla başlar. Kendimizi sürekli olarak değiştirmeye çalışmak yerine durup gözlemlediğimizde, içimizdeki parçalarla bir bağ kurabiliriz. Bu bağ ise, zamanla öz şefkati ve kabulu destekleyerek daha sağlam bir benlik algısının gelişimini mümkün kılar.

→ Empati becerisinin güçlenmesi

Travmatik bir deneyim yaşadığımızda yalnızca kendimizle kurduğumuz ilişki değil, sosyal ilişkilerimiz de dönüşür. Acıya yakından tanıklık ettiğimizde, başkalarının acılarına da daha duyarlı hale geliriz. Bu farkındalık, daha derin bir empati geliştirmemize ve daha anlamlı bağlar kurmamıza yardımcı olur. Empati sadece anlamak değil, duygulara yargısızca eşlik edebilmek, düzeltmeden, değiştirmeden destek olabilmektir. Travmadan sonra bu beceri gelişmeye başlar, ilişkilerde yüzeysellik azalır ve karşılıklı anlayış artar. Özellikle benzer deneyimler paylaşan kişiler için “Seni anlıyorum” demek bir nezaket ifadesi olmaktan çıkar; bir nevi tanıklığa, içten bir desteğe dönüşür.

→ Anlam arayışının derinleşmesi

Travmatik deneyimler, çoğu zaman hayatla ilgili temel varsayımlarımızı yerinden oynatır. “Hayat adildir”, “Her şey kontrolümüz altında” gibi inançlarımız sarsıldığında, kendimizi büyük bir belirsizlik içinde bulabiliriz. Ancak bu belirsizlik, bir yandan bizi daha derin bir anlam arayışına sürükler. Yaşadıklarımız sadece bir kayıp ya da yıkım olmaktan çıkar; “Yaşadıklarım ne anlatıyor?”, “Hayatta gerçekten neye değer veriyorum?” gibi sorularla içsel keşfi teşvik eder.

Bu süreçte, yaşadığımız acının bile bir noktada öğrenme ve büyüme alanına dönüşebileceğini fark ederiz. Anlam arayışı, yalnızca geçmişi kabullenmeyi değil, geleceğe dair daha sağlam ve bilinçli adımlar atmayı da mümkün kılar. Böylece travma, bizi hayattan uzaklaştıran değil; onunla daha içten, daha köklü bağ kurmamıza yardımcı olan bir deneyime dönüşür.

*Bu içerik, psikolojik travmalar üzerine farkındalık kazandırmayı amaçlamaktadır. Travma, her bireyde farklı etkiler yaratabilen derin bir deneyimdir. Eğer yaşadığınız deneyimlerin duygusal ya da fiziksel olarak sizi zorladığını hissediyorsanız, bir uzmanla görüşmek iyileşme süreciniz için güvenli bir adım olabilir.



Aleyna Tepe İper

1997 yılında İstanbul’da doğan Aleyna, lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans eğitimine Bahçeşehir Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında devam ediyor. Çocukluğundan beri duygu ve düşüncelerini yazarak ifade eden Aleyna, iyi yaşam konseptine duyduğu ilgiyi yazma tutkusuyla birleştirerek Live to Bloom’da editör olarak çalışıyor. Akademik ve deneyimsel olarak kendini...



BLOOM SHOP