Mutluluk çoğu zaman sürekli neşeli olmak gibi düşünülse de “neşe” ve “mutluluk” iki ayrı kavram bana göre. Ben kavram dünyamda neşeyi, zaman zaman uğrayıp giden bir duygu olarak, mutluluğu ise yaşamın geneline yayılan bir hâl olarak algılıyorum. Mutluluk arayışı da bu iki kavramın ayrışması ile gerçekleşmeli diye düşünüyorum.
Tam anlamı ile mutluluk nedir?
Hayatın kaosunda, gerek bireysel yaşamlarımızda, gerekse ülke ve dünya çapında bunca acı olay olup biterken daimi neşe içinde olmak konuyu romantikleştirmek olur. Mutluluğu, yaşamın geneline yayılan bir hâl olarak değerlendirdiğimizde ise “Şu anda üzgünüm ama mutlu bir yaşamım var.” diyebiliriz.
İnsan, attığı her adımda mutluluk arayışında aslında. Ancak buna giden yolda elimize tutuşturulan haritada bazı hatalar var.
Mutluluk arayışı nasıl başlamalı?
Gerçeği aramak
Erich Fromm, Yeni bir İnsan, Yeni bir Toplum adlı kitabında “Eğer insan, yanılsamaları oldukları gibi kavrarsa, yani yarı düş durumundan uyanabilirse o zaman kendine gelir, kendi özel kuvvetlerinin ve güçlerinin bilincine varır ve gerçekliği artık yanılsamaların gerekli olmayacağı bir biçimde değiştirir. ‘Yanlış bilinç’ yani gerçekliğin çarpıtılmış görünümü, insanı zayıf kılar.” diyor.
Yoga öğretisinde bu yanılsama “maya” olarak tabir edilir. Bir başka deyişle, sanrı, illüzyon. İnsanın mutlu bir yaşam kurması söz konusu olduğunda, bu yanılsamadan uyanmanın, hakikatin, kendi gerçeğinin peşinde olması elzemdir.
Karanlıklarla yüzleşmek
Olumsuz duygulardan kaçmak yerine, onları tüm hamlıklarıyla yaşayıp gözlemlediğimiz zaman, zihnin yanılsamalarıyla yani kendi karanlıklarımızla yüzleşmek için bir pusula olduklarını gözlemliyoruz. Zihnin kurgularını iç gözlem yoluyla sağalttığımızda, yoga öğretisinde bahsedilen içsel denge ve sarsılmazlık haline ulaşmak mümkün hale geliyor. Bu sayede dışarıdaki koşullar her ne olursa olsun içeride huzur ve mutluluk halini daim kılabiliyoruz.
Özgür ve özgün olabilmek
Özgürlük yaşam biçimiyle, özgünlük daha çok kimlikle ilgili. Her ikisi de hayatta belli bedelleri ödeyip, kalıplardan sıyrılmayı gerektiriyor. Mutluluk yolculuğunda, özgürlük ve özgünlük adına yapılan, kalıpların dışındaki cesur seçimlerin de büyük rolü var. Kişinin hayatın ona sundukları karşısında zihninin karmaşalarından özgürleşmek adına hakikât ve vicdan yönünde attığı bu cesur adımlarla günün sonunda “Zor bir karardı, ama kendimle gurur duyuyorum.” diyerek güne gözlerini kapattığı, kendinden memnun ve razı olma hali çok kıymetli.
Elalemden sıyrılabilmek
Diğer insanların bizim hakkımızdaki düşüncelerine fazlaca önem vermemizin sebebi yalnız kalmak ve dışlanmak istemeyişimiz. Hepimiz ait olmak, ait hissetmek istiyoruz. Fakat sorgulamamız gereken şu ki; ait olmaya çalıştığımız kitle, bizim insanlarımız mı? “Elalem ne der?” korkusu özgürlük ve özgünlüğü, dolaylı olarak da mutluluk halini gölgeleyen önemli bir faktör.
Kalple iletişim
Günlük yaşamlarımızda genellikle zihinlerimiz konuşur, zihinlerimiz iletişim kurar. Kalpten kalbe iletişimde ise konuşmaya dahi fazla ihtiyaç duymayız. Dış dünyayla böyle bir iletişim kurduğumuz zaman, sadece insanlarla da değil, evrenle kalpten kalbe bir bağ kurduğumuzda yaratıcı gücün, hakikatin sesini, kendi içimizde duyabilmeye başlarız. Doğayla, dünyayla ve tüm evrenle kurabileceğimiz bu tür bir bağlanma hissi ve iletişimin ilk adımı, önce kendi kalbimizle iletişime geçmek. Siz, kalbinizin sesini duyuyor ve dinliyor musunuz?
Anlam kaygısı
Yeni bir güne gözlerinizi açmak için sizi heyecanlandıran bir sebebiniz var mı? Öldüğünüz zaman nasıl biri olarak anılmak istersiniz? Yaşamının bir anlamının olması, insanı yaşayıp gitmekten, hakkıyla yaşamaya ve yaşadığını hissetmeye yöneltir. Bu anlam, sorumluluk ve akabinde güç duygusunu da beraberinde getirecektir.
Kurban psikolojisine veda
Gün içinde nelerden şikayet ediyorsunuz? Şikayet ettiğiniz konuları düzeltmek adına sorumluluk alıyor musunuz? Duygularınızdan ve başınıza gelenlerden başkalarını mı sorumlu tutuyorsunuz? Çoğu zaman kendinize acıyor ve geçmişi mi suçluyorsunuz? O halde kurban psikolojisi içindesiniz. Yaşamda kurban olduğumuzu düşündüğümüz sürece, tüm olan bitenden dünyayı sorumlu tutarız. Bu tehlikeli bir bölgedir çünkü bize hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimizi, kontrolün bizde olmadığını, güçsüz olduğumuzu düşündürür. Doğru her şeyi kontrol edemeyiz ancak kontrol edebileceğimiz alana yoğunlaştığımız sürece, evrenin de lehimize sonuçlar doğuracağına güvenebiliriz.