Hiç kendinize, “Sağlıklı beslenmeye çok dikkat ediyorum. İşlenmemiş, taze gıdalar, bolca meyve ve sebze tüketiyorum. Neden hala kan testlerinde eksiklikler yaşıyorum ve takviye almak zorunda kalıyorum?” diye sordunuz mu? Eğer cevabınız evetse modern tıbbın en tartışmalı konularından birisinin kapısını aralıyorsunuz. Bir taraftan somut ölçümler vitamin ve mineral takviyelerinin çok gerekli olduğunu gösterirken diğer yandan büyüklüğü 20 milyar doları bulan takviye endüstrisinin sadece bir “para tuzağı” olabileceği öne sürülüyor. Peki gerçekte neler oluyor ve neden aynı atalarımız gibi sadece iyi beslenerek optimal sağlığımıza ve uzun bir ömre kavuşamıyoruz? Fonksiyonel Tıp Uzmanı Dr. Mark Hyman‘ın yayımladığı The Doctor’s Farmacy podcast’inde bilim insanı, yazar, eğitimci, klinisyen ve fonksiyonel tıp uzmanı Chris Kresser ile neden toplumun büyük bir çoğunluğunun besin değeri eksikliği yaşadığını tartışıyor. Her iki uzmanın elde ettiği ana sonuç ise optimal sağlık için modern yaşamın hepimizi uzman kontrolünde ve akıllı şekilde takviye kullanmaya mecbur bıraktığı oluyor!
Neden toplumun büyük bir kısmında besin değeri eksikliği görülüyor?
Neredeyse herkes mikro besin değeri; vitamin ve mineral eksiklikleri yaşıyor. Doktor kontrolünde düzenli olarak kan ve idrar testi yaptıran kişiler farklı zamanlarda bir değil, belki birçok farklı mikro besin değerinden eksiklik yaşadıklarını görüyor. Bu kişilerin birçoğu da işlenmemiş, gerçek gıdalar tükettikleri, besin değeri açısından yüksek bir diyet izledikleri halde takviye kullanmak durumunda kalıyor. Neredeyse kimse, sadece iyi beslenerek, besin değeri eksikliklerinden kaçamıyor. Peki neden?
Atalarımızın hatta iki jenerasyon üstümüzdeki büyükanne ve büyükbabalarımızın yaşadığı dünyada yaşamıyoruz. Dünya ilerleyen teknoloji ve bilim ile çok daha endüstriyel, küresel ve hızlı bir yer haline geldi. Bu değişim tıp alanında kendini uzayan sağlıklı yaşam süreleri ile olduğu kadar yaygınlaşan kronik hastalıklar, zihinsel ve ruhsal problemler, yaşam kalitesinde düşüş ile de gösteriyor. Atalarımızla karşılaştırdığımızda yaşadığımız tüm bu “yeni” sağlık sorunlarının merkezinde beslenmemizin artık tek başına yeterli olmaması yatıyor çünkü modern çağ beslenme kültürünü kökünden değiştiren ve negatif bir sarmala sürükleyen problemler yaratıyor. Bu problemler şöyle:
Toprak kalitesindeki değişimler
Bağırsaklarımızda bulunan iyi ve kötü huylu bakteri ekosistemi yani mikrobiyom, topraklarda da yaşıyor. Aynı bağırsaklarımızda olduğu gibi toprakta bulunan mikrobiyom ne kadar zengin ve çeşitliyse toprak o denli dayanıklı, verimli yani kaliteli oluyor. Zengin bir mikrobiyoma sahip topraklarda yetişen bitkilerde çok çeşitli fitokimyasallar yani mikro besin değerleri ölçülüyor.
Günümüzde ise tarım yapılan toprakların büyük bir çoğunluğu “ölü” denebilecek kadar az bir mikrobiyoma sahip. Yaşanan bu düşüşün kökleri yaklaşık 50 yıl önce başlayan endüstriyel, küresel ve tek ürün tarım uygulamalarına dayanıyor. Hala kullanımı devam eden kimyasal gübreler, tarım ilaçları topraklarda yaşayan bakterilerin ölümüne yol açarken tek tarım uygulamaları çeşitliliği ciddi oranda düşürüyor. Bu kalitesiz topraklarda yetişen bitkilerin kökleri de geçmişe oranla yüzde 20-40 oranında daha az vitamin ve mineral çekebiliyor. Örneğin, 50 yıl önce yani iki jenerasyon üstümüzün 1 portakal yiyerek edindiği mikro besin değeri günümüzde 8 adet portakal tüketilerek alınabiliyor. Bu da ihtiyacımız olan besin değerini alabilmek için bizi diyabete sürükleyecek kadar çok meyve şekeri tüketmemiz gerektiği anlamına geliyor.
Lokal, organik tarım kültüründen küresel, endüstriyel tarıma geçiş
Modern tarım uygulamalarının besin değeri üzerindeki bir diğer negatif etkisi de küreselleşme yüzünden yaşanıyor. Geçmişte lokal olarak üretilen, taze şekilde toplanan ve maksimum bir hafta içinde midelere giren meyve ve sebzeler günümüzde binlerce kilometre yolculuk yapıyor. Devasa çevresel ayak izi bir yana, tüm bitkilerin kökünden koparıldığı anda besin değeri kaybetmeye başlamaları, bir uluslararası yolcuğun sonucunda besin değerlerinde neredeyse yüzde 50 oranında bir azalmaya neden oluyor. Bu kayıp lokal, organik pazarlardan alışveriş yapıldığında göz ardı edilebilir boyutlarda kalsa da sıra süpermarketlere geldiğinde ciddi bir probleme dönüşüyor. Kapitalizmin “etkinliğini” adeta kanıtlar şekilde Guatemala’dan ithal edilmiş meyveler sıfıra yakın bir mikro besin değerine sahip oluyor!
Azalan besin değeri aynı zamanda meyve ve sebzelerdeki tat, renk ve koku kaybını da açıklıyor.
Artan toksik yük
Endüstriyel uygulamalar nedeniyle hava, su, toprak ve yediğimiz gıdaların içinde biriken ağır metal ve toksinler bedenimize girdiğinde mikro besin değeri emilimlerini ya engelliyor ya da ciddi oranda azaltıyor.
Kronik hastalıkların yükselişi
Bir kısır döngü içinde; kronik hastalıklara sahip kişilerin besin değeri ihtiyaçları, sağlıklı bireylere oranla çok daha yüksek olurken değerlerin emilme miktarı o denli düşük oluyor. Örneğin, obeziteye sahip kişilerin günlük D vitamini ihtiyacı oldukça yüksek seyrederken, bedenleri bu ihtiyaçlarını tükettikleri gıdalardan karşılayamıyor.
İklim krizi
İklim krizine sebep olan aşırı sera gazı salınımı yeşil yapraklı bitkilerin karbondioksit çekme yükünü ciddi oranda arttırıyor. Bu durum fotosentez süreci için çok faydalı olsa da reaksiyon sonucu ortaya çıkan karbon türevleri bitkilerin daha nişastalı olmasına yani yüksek karbonhidrat ve düşük vitamin ve mineral değerlerine sahip olmalarına yol açıyor.
Artan ilaç kullanımı
Günümüzde toplumun büyük bir çoğunluğu düzenli şekilde bir tür ilaç kullanıyor. Piyasaya sürülen birçok ilaç da farklı vitamin ve minerallerin bedendeki emilimlerini etkiliyor; ya düşürüyor ya da engelliyor.
En yaygın besin değeri eksiklikleri ve testlerdeki yansımaları
Peki, optimal sağlığa kavuşmamız için her mikro besin değerinden ne kadar almamız gerekiyor? Maalesef günümüzdeki araştırmalar, kan ve idrar testlerindeki alt ve üst sınırlar, hatta günlük önerilen alım miktarları bile bu soruya net ve doğru bir cevap veremiyor. Özellikle günlük önerilen alım miktarlarının İkinci Dünya Savaşı’nda askerleri hayatta tutmak için hesaplandığını ve çok yetersiz biçimde güncellendiğini belirten Kresser, tüm bu test ve ölçütlerin yanıltıcı olabileceğini vurguluyor.
Örnek vermek gerekirse, yaygın olarak kan testlerinden ölçülen B12 ancak eksikliğinin en son safhasında kendini kan seviyelerinde gösteriyor. B12 seviyelerine dibe vurmadan müdahale edebilmek için kan değil homosistein testi yapılması gerekiyor. K vitaminini kan testi ile ölçmek imkansızken iyotun idrardan değil saç telinden ölçülmesi en doğru sonuçları veriyor. Kalsiyum seviyelerinin doğru ölçümlendirilmesi ise ayrıca zor oluyor çünkü kanda ne zaman değeri düşse beden ihtiyacını kemiklerdeki depolardan çekiyor. Bu nedenle kan testinden çok gün içinde ne kadar kalsiyum tüketildiğinin manuel olarak hesaplanması öneriliyor.
Kresser, kendi danışan deneyimleri ve toplumsal yatkınlıklardan yola çıkarak öngördüğü en yaygın eksiklikleri ise şu şekilde sıralıyor:
- Potasyum
- D vitamini
- E vitamini
- K vitamini
- Neredeyse yüzde 100’lük bir oranla magnezyum!
- Kalsiyum
Yaygın besin değeri eksikliği semptomları
Bedenlerimiz sağlıklı şekilde işleyebilmek için en az 40 farklı çeşit mikro besin değerine ihtiyaç duyuyor. Çünkü vitamin ve mineraller bedende gerçekleşen her biyolojik sürecin yakıtı olarak çalışıyor ve enzimatik reaksiyonlara yardımcı oluyorlar. Örneğin, magnezyumun bedende gerçekleşen 6000 farklı reaksiyona katıldığı biliniyor. Bununla beraber vitamin ve mineral eksikliklerini, eğer çok şiddetli seyretmiyorlarsa, anlayabilmek zor olabiliyor. Gündelik yaşamda geçiştirilen birçok “küçük problem” besin değeri eksikliklerinin kısa dönem etkileri arasında sayılıyor. Uzun dönemde ise tüm bu eksiklikler ciddi otoimmün ve enflamatuar hastalıklara evriliyor.
- Sık sık grip veya soğuk algınlığına yakalanma.
- Bedensel ağrılar.
- Düşük enerji seviyeleri.
- Düşük seyreden ruh durumu, sık ruh hali değişimleri.
- Anksiyete, depresyon.
- Beyin sisi.
- Zayıf hafıza ve odaklanma yetisi.
- Sindirim sistemi problemleri.
- Bitkin, tükenmiş hissetme.
- Zihinsel ve ruhsal dayanıklılığın azalması.
- Hormonal dengesizlikler.
- Cinsel canlılığın azalması.
Besin değeri sinerjisi
Bedendeki tüm vitamin ve mineraller birbirleriyle bağlantıda yani sinerji içinde çalışıyor. Bu da aslında bir değerin eksikliğinin başka bir değeri düşürebildiği veya tam tersi, anahtar bazı değerlerin yükseltilmesinin eksik olan değeri kapatabildiği anlamına geliyor. Örneğin, demir emilimi için yeterli bakır seviyelerine, D vitamini içinse yeterli magnezyum seviyelerine ihtiyaç duyuluyor.
Hangi besin değerlerini takviyelendirirken doz aşımına dikkat etmek gerekir?
Dr. Hyman ve Kessner bu konuda herkesin dikkatini takviye doz aşımındansa mikro-besin değeri eksikliklerinin daha muhtemel ve tehlikeli olduğuna çekmek istiyor. Kontrolsüz, yersiz ve aşırı takviye kullanımı olmadığı sürece çoğu takviyenin toksik bir seviyeye erişmediğini, özellikle suda çözünen vitaminlerin fazlasının idrar yoluyla atıldığını belirtiyorlar. Bununla beraber yağda çözünen vitaminler ve bazı mineralleri kullanırken dikkatli olmak ve her daim bir uzmana danışmak gerekiyor.
Dikkat edilmesi gereken takviyeler:
- A vitamini
- Kalsiyum
- İyot
- Demir
- K vitamini
- E vitamini
- Selenyum
- Potasyum