Girişimsel radyoloji ve meme radyolojisi alanlarında çalışan, fonksiyonel tıp bakış açısını pratiklerine taşıyan Prof. Dr. Mehmet Mahir Atasoy‘a göre konu meme kanseri olunca artık erken tanı yeterli değil. “Üzerinde durmamız gereken erken tanının yetmediği, meme kanserine hiç yakalanılmaması için riski azaltıcı önlemlerin alınması gerektiğidir.“ diyen Prof. Dr. Atasoy, her branşta olduğu gibi meme sağlığının geleceğini de koruyucu hekimlikte görüyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2004 yılından beri Meme Kanseri Bilinçlendirme ve Farkındalık Ayı olarak anılan ekim ayında Prof. Dr. Atasoy ile bir araya gelerek meme sağlığına dair her kadının mutlaka bilmesi ve sağlık rutinine eklemesi gereken önlem ve kontrolleri konuştuk.
Kendi kendine yapılan meme muayenesini etkili buluyor musunuz?
Kendi kendine yapılan meme muayenesini artık uluslararası kuruluşlar tarafından tavsiye edilmiyor. Bunun sebebi insanlar kendini muayene ettiğinde yersiz bir rahatlama yaşıyor: “Elime bir kitle gelmiyor.” veya tam tersi yersiz bir kaygı yaşıyor. Eline gelen küçük küçük fibrokistikler onu rahatsız edebiliyor. Meme sağlığında bizim asıl gayemiz erken tanıdır. Sizin kendi kendinize yaptığınız bir elle muayene ya da bir genel cerrahın elle yaptığı muayene meme kanseri için kesinlikle bir erken tanı metodu değildir. Çünkü kitle 1.5-2 cm olmadan bu tür lezyonlar ele gelmiyor. Dolayısıyla bizim meme sağlığını korumada tarama yöntemleri kullanarak amaçladığımız erken tanı yani lezyonları milimetrik boyutlarda henüz ele gelmeden, koltuk altına yayılmadan yakalamaktır. Elle muayene erken tanı aşamasında yeterli değildir. Hem gereksiz rahatlamalar hem de gereksiz endişeler verdiği için artık bu konunun üzerine çok fazla durmuyoruz.
Uzmanlar tarafından yapılan meme muayeneleri ne sıklıkta ve şekillerde yapılıyor; hangi tip muayene kimin için daha uygun oluyor?
Genel olarak 40 yaş öncesi kadınlarda 2-3 yıl ara ile cerrahın elle muayenesi veya yıllık olarak meme ultrasonografi takibi öneriliyor. Özellikle Türk kadınları açısından riskimiz; yapılan çalışmalara göre Avrupalı veya Amerikalı kadınlara göre bir miktar daha erken meme kanserine yakalanıyoruz. Bu yüzden 40 yaşında başlayan takipler Türk kadını için biraz geç kalmış olabiliyor. Biz genellikle meme radyologları olarak hastalarımızın 30 yaşından itibaren düzenli olarak meme ultrasonlarını yaptırmasını çok faydalı buluyoruz. Ailede bir hikaye varsa bu takiplere mamografi de eklenebilir.
Kaç yaşından itibaren, hangi sıklıkta mamografi çektirmeliyiz?
Mamografinin 40 yaşından önce düzenli olarak çektirilmesi önerilmiyor. Mamografi çektiren kadınlarda ise takip başlayabilir fakat çok yoğun, çok fibrokistik bir meme yapısı bulunuyorsa bu takibe kontrastlı MR eklenerek daha tanısal bir sonuç alabiliyoruz. Mamografi ve meme ultrasonunu birlikte kullandığınızda yaklaşık yüzde 80 civarında meme kanseri erken tanısı yapılabiliyor. Yüzde 80’i daha yüksek oranlara çıkarmak istiyorsanız da bu kombine kontrastlı meme MR da eklenebilir. Böylelikle yüzde 90-95 seviyelerinde kesin bir tanı üzerinden konuşma şansı sağlanıyor.
Meme MR’ının herkes tarafından yapılmasına gerek yok. Riski çok yüksek olan veya meme dokusu çok yoğun olan kişilerde bu test ekleniyor. 1 yıl mamografi diğer yıl ise kontrastlı meme MR’ı şeklinde uygulamalarımız da oluyor. Son zamanlarda çıkan çalışmalar, kontrastlı meme MR’ının mamografiye göre daha üstün olduğunu hatta 3 boyutlu mamografi; tomosenteze göre bile daha üstün olduğunu gösteriyor.
Eskiden 30-40 dakikalık birçok farklı seansta çekilen uzun meme MR’ları yerine kısa ve odaklı meme MR’larının bile taramada kullanılabileceği ve mamografiden daha üstün sonuç verebileceği ile ilgili çok ciddi yayınlar var. Hem radyasyon içermemesi hem de çok detaylı bilgi vermesi açısından yoğun memelerde 2 yılda bir tarama programı çerçevesinde kullanılabilir.
Erken yaşlarda meme kanseri görülme sıklığı nedir, bunun risk faktörleri neler?
Meme kanserinin erken yaşlarda görülme sıklığı gitgide artıyor. Hem de bizim ülkemizde diğer ülkelere oranla daha fazla olduğunu gözlemliyoruz. Bunun en büyük sebebi yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları, stres, hormonal dengesizlikler, östrojen hormonu artışına sebep olan bazı uygulamalar; hormon ilaçları, tüp bebek tedavilerinin üst üste ve çok sık uygulanması olarak sayılabiliyor.
Dikkat edilmesi gereken risk faktörüm var mı yok mu diye fazlasıyla odaklanmak yerine herkesin düzenli kontrollerini atlamadan yaptırmasıdır. Örneğin; 4 çocuk annesi, tüm çocuklarını sağlıkla emzirmiş 60 yaşında bir kadın da hasta olarak karşımıza gelebiliyor. Risk faktörü veya ailede bir geçmiş olmadığı durumlarda bile kanser vakaları ile karşılaşabiliyoruz. Hatta meme kanseri olan kişilerin yüzde 80’i meme ile ilgili ciddi bir genetik risk faktörü veya aile hikayesi olmayan insanlardır. Risk faktörüne sahip olmamak sizi rahatlatmamalı, düzenli kontrolünüzü mutlaka yaptırmalısınız!
Düzenli kontrol denince de en azından yıllık bir takip olmasına dikkat etmek lazım. Bunun sebebi; memenin içerisinde bir kanser hücresi ortaya çıktığında bu hücrenin yaklaşık olarak 1 milyar hücreye ulaşması ve 1 mm büyüklüğe ulaşması 5-8 yıl alabiliyor. Bizim günümüzde 1 mm’ye ulaşan bir kanseri görme şansımız yok. Elimizdeki yöntemler ile en erken 4 mm civarında bir kanseri yakalayabiliyoruz. Siz kontrole gelip hiçbir şey olmadığını öğrenip rahat bir şekilde evinize döndüğünüzde, 2-3 mm’lik kanserler ile eve dönmüş olabilirsiniz. Bu çok normal bir durum. Sizin 1 yıl sonra yeniden takibe gitmenizin nedeni, kanserin doubling time yani iki katına çıkma zamanlaması yaklaşık 4-6 ay olmasıdır. 3 mm’lik bir kanseri o gün göremesek bile 6 ay sonra 6 mm, ondan sonraki 6 ayda ise 12 mm’ye çıkacaktır. O zaman bizim kanseri yakalama şansımız var. Bunu geçirirseniz işinizi biraz şansa bırakmış olursunuz. Doubling time dediğimiz süreç ile kanser ilk fark edebileceğimiz 3-4 mm’lik çaplardan aniden hızla büyüyen bir tümöre evrilebilir.
Memede kireçleme nedir, neden olur ve alarma geçilmesi gereken bir durum mudur?
Memede kireçleme yani kalsifikasyon 20 farklı tipte yaşanır. 9 tanesi tamamen iyi huylu, kaba kalsifikasyonlardır. Birkaç tanesi çok emin olamadığımız kalsifikasyonlardır. Bu zamanlarda riske etmez, biyopsi yapmayı tercih ederiz. Bazı kalsifikasyonlarsa kesinlikle kötü huylu bir durumun varlığını belirtir. Tek başına kalsifikasyon değil, kalsifikasyonunun BI-RADS sınıflandırılmasına göre ne kadar riskli olduğu, radyolog raporunda mutlaka belirtilir. BI-RADS 4 ve BI-RADS 5 gibi kalsifikasyonlardan bahsediliyorsa mutlaka biyopsi yapılması gerekir. Kalsifikasyonun en iyi ve hatta tek değerlendirme yöntemi mamografidir. Ancak mikro-kalsifikasyonların bulunduğu lokalizasyonlarda kontrastlı MR ile birlikte, o kalsifikasyonların daha yüksek riskli bir tümöre işaret edip etmediğini anlamak da mümkün olabiliyor.
Meme kanserinin oluşumunda diğer iç sistemlerin; mikrobiyotamızın, bağışıklığımızın, hormonal dengemizin ve beslenme alışkanlıklarımızın nasıl bir etkisi var? Özellikle süt ürünleri ve işlenmiş et tetikleyici bir rol oynayabiliyor mu?
Meme kanserinin risk faktörleri arasında, tanısal radyoloji hekimlerinin çok dile getirmediği ancak bugünlerde fonksiyonel tıp hekimlerinin çok sık dile getirdiği bazı farklı risk faktörleri var. Bunlar genellikle vücudumuzun östrojen ve progesteron dengesi ile ilgili oluyor. Östrojen baskınlığı yaşayan kadınların meme kanseri ile ilgili bir riski olduğunu biliyoruz. Ancak aynı zamanda östrojenin vücuttan atılması için çalışan metabolik yolaklarda farklılıklar, kadınların risk faktörleri arasında yer alabiliyor. Çünkü östrojenin vücuttan atılması ile ilgili 3 yolaktan 1 tanesi özellikle çok riskli sayılabiliyor. Vücut eğer bu riskli yolağı tercih ediyorsa bu sizin genetik yapınız, hormonal dengesizliğiniz, beslenmeniz ve diğer faktörler nedeniyle yaşanıyor olabilir. O zaman vücutta östrojenin kanserojen olabilen ara elemanları oluşabiliyor. Bu ciddi bir risk faktörü olabiliyor.
Tüm kadınlar vücudundan östrojeni nasıl attığını basit bir idrar testi; gün içerisinde 5 farklı zamanda verilen bir test ile birlikte bu hesaplamayı yaptırabiliyor. Sonuca göre fonksiyonel tıp hekimi, eğer riskli yolaktan gidiyorsanız, bunu nasıl diğer yolaklara çevirebileceğinizi size sunabilir. “Erken tanı yetmez, hiç kanser olmamak için ne yapmalıyız?” konusu konuşuluyor artık.
Süt ürünleri ve işlenmiş et vücudun hem asidozunu arttırdığı için hem de hayvansal ürünler genel bir kanser risk faktörü arasında sayıldığı için bu gibi ürünleri ölçülü şekilde tüketmeliyiz. Günlük olarak yeterli protein alımı tabi ki çok önem arz ediyor.
Genetik yatkınlık meme kanseri oluşumunda nasıl bir rol oynuyor?
Özellikle ailesinde meme kanseri hikayesi olan kişilerin risk skorlarımızda yaşam boyu kanser olma riski yüzde 20’inin üzerine çıkıyor. Dolayısıyla takipler daha hassas ve özellikli oluyor. Bunun tersi ve bizi rahatsız eden durumsa: “Aile geçmişimde meme kanseri riski yok, benim de yok.” yanılgısı oluyor. Bu yanılgı birçok kanserin geç tanı almasına neden oluyor.
Mamografi gibi tarama yöntemleri öncesinde bizim 2 cm’den küçük meme kanseri yakalama oranımız yaklaşık yüzde 30’lardaydı. Bugünlerde ise 2 cm’den düşük meme kanseri yakalama oranımız yüzde 60’ların üzerine çıktı. Bu yine yeterli bir oran değil. Yine de iki katından fazla daha küçük kanser yakalıyoruz. Daha küçük kanser yakalamak tedavide çok büyük kolaylık, hastanın devamındaki yaşamında ise çok büyük avantaj sağlıyor. Hatta 1 cm’den küçük meme kanserlerinde; koltuk altına yayılım yok, bir risk faktörü yoksa, kriyoablasyon dediğimiz ameliyatsız tedavi yöntemlerini girişimsel radyologlar olarak yapabiliyoruz. Dolayısıyla erken tanı sağlamak, hatta mümkünse hiç kansere yakalanmamak için, değiştirilebilecek risk faktörlerini azaltmaya, değiştirilemeyecek risk faktörlerine ise fazla odaklanmamaya çalışmak gerekiyor.
Ailede genetik yatkınlık veya yüksek risk olan kişilerde mutlaka genetiğe de bakıyoruz. Henüz meme kanseri bulgusu olmasa bile aile hikayesi kuvvetli, BRCA1 ve BRCA2 geni pozitif olan yani yüzde 85-90 oranında hayatı boyunca mutlaka meme kanseri yaşayacak kişilerin önceden meme dokusu boşaltılması ve tedavisi ile ilgili girişimler yapılabiliyor.
Fibrokistik bir yapıya ve yoğun meme dokusuna sahip bireylerin meme kanseri riskini düşürmek için nasıl bir yol izlemesi gerekiyor?
Fibrokistik yapı toplumun yaklaşık yüzde 50-60’ında hayatının bir döneminde görülebilecek bir durumdur. Bu tek başına bir meme kanseri anlamına gelmiyor. Sadece mamografide meme dokusu yoğunluğu gösterilmiş kadınlarda, yağlı meme dokusuna sahip kadınlara göre 6 kat daha fazla bir meme kanseri görülme riski var. Bu, ciddi bir oran olmasına rağmen bu önemli bir durum ifade etmiyor. Yoğun bir meme kesin olmamakla birlikte östrojen-progesteron dengesinde her şeyin yolunda gitmediğine de işaret edebilir. Özellikle fonksiyonel tıp hekimlerinin odaklandığı konu; fibrokistik yapı ile beraber adetleri çok yoğun, sancılı, PMS’i (adet öncesi sendrom) çok belirgin yaşayan, östrojen açısından dominant kadınların hormonal dengesini sağlamaktır. Fibrokistik yapı bazen mineral ve iyot eksikliği gibi durumlarda da ortaya çıkabilir. Bunlar için de yine testler ve takviyeler planlanabiliyor.
Meme kanserine bağlı yaşanan ölüm oranları giderek düşüyor. Bu güzel gelişme ne sayesinde yaşanıyor?
Meme kanserine bağlı yaşanan ölüm oranları gerçekten de giderek düşüyor. Bunun iki nedeni var: Yayınlan bilinç ve düzenli takip sayesinde erken tanı ve ilerleyen tedavi yöntemleri. Özellikle ameliyat öncesi yaptığımız neoadjuvan kemoterapi uygulamaları ile tümörün hangi kemoterapiye daha iyi cevap vereceğini anlayabildiğimiz, sonrasında da radyoterapi gibi diğer alanları çok rahatsız etmeyecek, odaklı yapılabilen tedaviler yürüttüğümüz için hasta oldukça konforlu bir tedavi sürecinden geçebiliyor ve yaşam ömrünün uzaması sağlanabiliyor.
Meme kanseri tedavisinde öne çıkan yaşam tarzı değişimleri, egzersiz, beslenme ve takviye önerileri neler?
Kanser tedavisinden ziyade odaklanmamız gereken nokta kanser riskini düşürmek olmalı. Östrojeni yoğun olan, fibrokistik memeye sahip kadınların mutlaka, kanser olmadan önce, östrojen-progesteron dengesine kavuşmasını sağlayacak davranışları izlemesi gerekiyor. Bu kişilerde brokoli hem gıda hem de ekstrat olarak ve antioksidan açısından zengin bir beslenme izlemek öneriliyor. Beslemede ise vücudun asidoza doğru götürecek aşırı et ve süt ürünü tüketiminden kaçınılması öneriliyor. Sebze ağırlıklı Akdeniz Tipi beslenme kanserden korunmada her daim daha iyi seçeneği oluşturuyor.
Diğer dikkat edilmesi gereken nokta ise kilo kontrolü. Kilo özellikle menopoz sonrası kadınlarda vücudun östrojen yükünü arttırabilecek bir durum. Kilonun olması gereken seviyelerde tutulması meme kanserine karşı önemli bir koruyucudur. Son olarak alkol ve sigara da risk faktörleri arasındadır. Özellikle alkolde doğrusal olarak içtiğin kadar riskini arttırıyorsundur. Riski azaltmak için alkol ve sigaranın da mümkün olduğunca azaltılması gerekir.
Yapılan güncel araştırmalarına göre gelecekte bizi ne gibi tanı ve tedavi seçenekleri bekliyor?
Meme kanserinin geleceği bence tamamen koruyucu hekimlik üzerine olacak. Bugüne kadar ihmal edilmiş bir konudur koruyucu hekimlik. Erken tanı her ne kadar hayat kurtarıcı olsa da hastanın kanser olması beklenmektir. Üzerinde durmamız gereken erken tanının yetmediği, herkesin ama özellikle riski yüksek olan kadınların, meme kanserine hiç yakalanmaması için risk azaltıcı önlemleri almasının çok önemli olduğudur. Bu risk de idrardaki östrojen metabolikleri üzerinden hesaplanabiliyor. Gerekli önlemler alındıktan sonra ise bu risklerin düzeltilebildiği klinik bulgularla gösterilebiliyor. Özetle gelecek, korunma ve koruyucu hekimlik üzerine olacak.