Görme, koklama, duyma, dokunma ve tat almadan oluşan 5 ana duyumuz aynı anda uyarıldığı zaman vücuda yayılan hisler çoğu zaman mutluluk ile eşleştiriliyor. Nitekim duyuların iyi olma hali üzerindeki etkisi ve önemi en çok yokluğunda hissediliyor. Çoğunlukla dış dünyanın kontrol ettiği duyularımızı kendi elimize almak mutluluğumuza giden yolda ilk adımı oluşturuyor. Duyulara sadece görmek, duymak, hissetmek dışında bambaşka bir misyon yükleyen “Sensehacking” yani duyu hackleme mutluluk algınıza yepyeni bir bakış açısı getirecek. Oxford Üniversitesi Deneysel Psikoloji Profesörü Charles Spence’in kaleme aldığı Sensehacking: How to Use the Power of Your Senses for Happier, Healthier Living kitabı duyuların mutlu ve sağlıklı bir yaşam için nasıl manipüle edilebileceğini derinlemesine anlatıyor.
Zengin bir yaşam için duyularınızı harekete geçirin
Yatak odası dekorasyonunda daha çok mavi rengin tercih edilmesi, kırmızı kıyafetler giyilen ilk buluşmalarda bir daha görüşme şansının daha çok artması veya klasik müziğin sakinleştirici etkisi olması tesadüf değil. Hislerin, düşüncelerin mantığın çok ötesinde tamamen anlık ve dışsal etkenlerle değişebilmesinin tek kaynağı duyularımız. Bedenimizi ve zihnimizi kontrol edebilen bu güçlü mekanizmayı kontrol edebilirsek mutluluğumuzu arttırabilir, stres seviyelerimizi düşürebilir hatta daha doğru kararlar alabiliriz.
Prof. Spencer’ın yeni nesil araştırmalarından ortaya çıkan sonuçlar günlük yaşantımızda mutluluğumuzu arttırmak için Sensehacking ile duyularımızı pozitif yönde nasıl uyarabileceğimizi gösteriyor.
Sensehacking: Mutluluk verici duyusal deneyimler nedir?
1. Doğa ile teması arttırmak
Spencer’a göre özellikle pandemi döneminde yeşillik görebileceğimiz, doğayla temas kurabileceğimiz açık hava yürüyüşleri, fiziksel sağlımızdan çok zihinsel sağlığımızı destekliyor. Bundan iki bin sene önceye dayanan Antik Doğu öğretilerinden Taoizm’de bahçeciliğin, seraların sağlık üzerine pozitif etkilerinden detaylı olarak bahsedildiğini belirten Spencer aynı zamanda yakın dönemde yapılmış deneylerden de klinik bulgular veriyor.
Düzenli olarak vaktinin bir kısmını doğada, sessiz bir ortamda dinlenerek veya yürüyerek geçiren insanların, daha düşük stres seviyeleri ve güçlü bağışıklık sistemleri sergilediği bir araştırmadan bahsediyor. Spencer’a göre bu araştırma, Japonya’ya ait shinrin-yoku isimli orman banyosu pratiğinin klinik olarak da kanıtlandığını ortaya koyuyor.
Peki her gün belirli bir zamanımızı doğayla temas halinde geçiremiyorsak ne yapmalıyız? Spencer’a göre zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz oturma odalarını, salonları, ofisleri mümkün olduğu kadar bitkilerle, yeşilliklerle süslemek, günün bir kısmını onları sulayarak, bakımlarını yaparak geçirmek en az ormanda 1 saat yürüyüş yapmak kadar duyularımızı uyandırıyor.
Eğer yürüyüşe çıkma şansımız varsa da kendi müziğimiz yerine doğanın seslerini dinlemek bu deneyimin pozitif etkilerini katlıyor.
2. Aromaterapinin gücü
Pandeminin duyularımız üzerine bir başka etkisi de evimizin kokusuna belki daha önce hiç olmadığı kadar alışmamız oldu. Ortam kokusu olarak bilinen ev, apartman kokuları, yaşadığımız insanların kokuları hatta kendi kokumuz bu dönemde burnumuzu uyaran neredeyse tek uyarıcı oldu.
Dışsal uyarıcılardan uzakta kalan ve alışagelmiş ortam kokulara alışan koku alma duyumuz hissizleşmeye başladı. İyi hissetme ile bu denli özdeştirdiğimiz koku alma duyusunu tekrardan canlandırmanın yolu Spencer’a göre aromaterapiden geçiyor. Klinik bulgularla sağlık üzerine pozitif etkileri kanıtlanan aromaterapi stres seviyelerinin düşürülmesinde büyük rol oynuyor.
Spencer aromaterapinin doğru zamanlarda kullanmasının ortam kokularını manipüle etmede işe yarayabileceğini söylüyor. Örneğin, stresli bir görüntülü toplantıdan, aile içi tartışmadan sonra veya kötü hislerin ağır bastığı duygusal anlarda ortam kokusunu aromaterapi yağları aracılığıyla değiştirmek ev kokusunu kötü anılarla bağdaştırmamızı engelliyor.
Böylelikle zamanın büyük çoğunluğunu geçirdiğimiz evlerimizde “nedensizce” kötü hissetme şansımız bilinçaltımızdaki koku, anı bağlantısı kırıldığı için azalıyor.
3. Dokunma açlığı
Vücudumuzun en büyük organı olan, vücut kitle endeksimizin yüzde 16-17’si oluşturan derinin kontrol ettiği dokunma duyusu en çok göz ardı edilen fakat iyi olma hali üzerine en büyük etkisi olan duyulardan birisi. Toplumsal sağlığımız için fiziksel temasın mümkün olduğunca azaltıldığı hatta sıfırlandığı şu günlerde neredeyse hiç uyarılmayan dokunma duyusu psikoloji de dokunma açlığı olarak bilinen bir fenomen yaratıyor.
Dokunulmaya, temas etmeye “ihtiyaç” duyduğumuz bu süreç kişiye göre değişmekle beraber uzun süre boyunca ihmal edilirse, zihinsel sağlık kötüleşiyor; endişe bozukluğu, depresyon gibi ciddi sorunlar görülebiliyor. Fiziksel olarak sarılmanın solunum ve viral hastalıklara karşı duyarlılığı düşürdüğü, acılı bir durumda sevgi duyulan bir kişinin elini tutmanın ağrı seviyesini klinik olarak azalttığı birer gerçekken, pandemi gibi dokunma açlığının en üst seviyelere çıktığı durumlarda ne yapmalıyız?
Spencer insan kontağının yerini tutmaya en büyük adayın evcil hayvanlar olduğunu söylüyor. Hayvanları gerçekten seven, saygı duyan biriyseniz ve sosyo ekonomik açıdan bir hayvana bakabilecek imkanınız varsa kendinize yeni bir ev arkadaşı sahiplenmeyi düşünebilirsiniz!