YAZAN: BURCU ERBAŞ

Doğa ile aramıza çektiğimiz, bizi birbirimizden ayıran, bir tarafı diğerinden daha önemli veya güçlü konumuna getirebilen çizgi, birçok araştırmacı tarafından çevresel krizlerin en temel nedeni olarak gösteriliyor. Doğayı; bitkileri ve hayvanları kendi yaşamlarımızdan ayrı bir yere koymak onları kendi iyiliğimiz için kullanmamıza, sömürmemize ve yok etmemize alan sağlıyor. Batı dünyasında yaygın olarak kabul edilmiş bu ötekileştirici tavır neyse ki bir topluluk tarafından hiç bir zaman benimsenmiyor: Yerli halklar. En eski zamanlardan beri kendilerini de doğa olarak gören ve buna uygun yaşayan yerli halklar günümüzde gezegeni ve biyoçeşitliliği en iyi koruyan oluşum olarak karşımıza çıkıyor. Bu üstün başarıyı nasıl yapıyorlar ve bizler, gösterdikleri efor karşısında yerli halklara nasıl destek olabiliriz yazımızda ele aldık!


Neden yerli halklar?

Günümüzde yerli halklar 476 milyon kişilik nüfusu 70 farklı ülkeye yayılmış şekilde, dünya popülasyonunun sadece yüzde 6’sını oluşturuyor. Birleşmiş Milletler’e göre bulundukları topraklarla atasal bir bağ bulunduran, kadim öğretilerini, günlük pratiklerini hala devam ettiren ve ilk etapta kolonizasyon daha sonrasında ise küreselleşmeden etkilenmemiş topluluklara yerli halk (indigenous people) deniyor. Bu halklara örnek olarak Aborjinler, Maoriler, Samiler ve nice farklı etnik ve kültüre sahip topluluk verilebiliyor.

Yerli halklar Dünya’nın yüzey alanının yüzde 25’i üzerinde oturuyor fakat sadece yüzde 10’u üzerinde hak talep edebiliyorlar. Böylesi küçük bir popülasyona ve yüz ölçümüne rağmen Dünya’da geriye kalmış biyoçeşitliliğin yüzde 80’ini koruyorlar. Bunu da antik zamanlardan beridir doğa ile uyum içinde, yaşayan tüm canlılara büyük saygı duyan bir yaşam sürerek başarıyorlar. Modern dünya pratikleri sonucu karşı karşıya kaldığımız birçok çevresel kriz; iklim, plastik atık, kaynak krizileri karşısında da yerli hakların devamlılığı ve kadim öğretileri tam da bu nedenle en değerli çözüm yollarından biri olarak karşımıza çıkıyor.

Yerli halkların kadim öğretileri

En eski çağlardan itibaren yerli haklar doğa ile müthiş bir uyum içinde, değişen hava, toprak, kaynak koşullarına hızla ve ustalıkla adapte olarak yaşıyorlar. Tüm yaşamları; barınma, yiyecek, korunma ve nicesi tamamen doğaya ve içerisinde yaşayan canlılara dayandığı için doğayı “canları pahasına” korumaktan başka bir çareleri zaten olmuyor. Gezegenin geçtiği birçok farklı çevresel döneme; aşırı kuraklıklar, donlar, yağışlar ve nicesine karşı dayanıklılık geliştirirken gelecek jenerasyonlar için ders de çıkarıyorlar.

Yerli halkın öğretilerinin temelinde; hayvanların, insanların ve bitkilerin yaşamlarının birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olduğu yatıyor. Yaşamın birbiri içerisine geçmiş birçok canlı hayatının bütünü olduğuna inanıyorlar. Hayata karşı edindikleri bu “kapsayıcı” bakış açısı, yaptıkları tüm pratiklerin; yerleşim, avlanma, tarımcılık, kaynak kullanımını kendiliğinden “sürdürülebilir” ve “çevre dostu”olmasını sağlıyor. Çünkü her işe kendi bedenlerine verdikleri özenle yaklaşıyorlar. Doğayı ve canlıları kendilerinden farklı, ötede, hor görülebilecek birer kaynak olarak değerlendirmiyorlar. Kendilerini de doğanın bir parçası olarak görüyor; ormanlarla yaşamlarını birbirlerinden ayrı tutmuyorlar.

Günümüzde, yerli halkların kullandığı bazı kadim teknikler Batı’nın “yeni teknolojileri” olarak kullanılıyor. Örneğin Aborjinlerin yangın söndürme teknikleri şu an birçok modern yangın söndürme tekniğinin temelinde yatıyor. Aynı zamanda Hindistan’ın yerli halkı tarafından geliştirilmiş yağmur suyu toplama tekniği de günümüz su altyapılarına ilham oluyor.

Yerli halklar risk altında

İklim krizi başta olmak üzere birçok çevresel krizin oluşmasında neredeyse yok denecek kadar minimal bir rol oynayan yerli halklar, krizlerin negatif etkilerinden ilk ve en çok etkilenecek grupların başında yer alıyor.

Giderek yok alan doğal alanlarda, nesli tükenmekte olan değerli canlılarla beraber yaşayan yerli halkların yaşamaları en az bitkiler ve hayvanlar kadar iklim krizinin negatif etkilerinden etkileniyor. Tüm yaşamlarını dayandırdıkları balıkçılık, çiftçilik, avcılık gibi pratikler değişen iklim koşulları ve insan aksiyonları nedeniyle giderek zorlaşıyor. Sonucunda sürekli olarak kıtlık yaşanıyor. Bununla beraber hava ve su kirliliği, Batı’nın bel bağladığı birçok ilaca erişim olmadığı için, yerli halkın hastalanmasına, hayatlarını kaybetmesine yol açıyor.

Yerli halkların korunması; doğanın korunması

Konu çevresel krizlere gelince uluslararası sahne her daim yeni bir anlaşma hazırlamaya, kararlar almaya, yeni hedefler koymaya oldukça istekli oluyor. Fakat belirsiz nedenlerden ötürü bir türlü yürürlülüğe konulmayan bu “gönüllülük” esaslı uluslararası çevre anlaşmaları neredeyse hiç bir zaman yerli halkları ve onların kadim öğretilerini dahil etmiyor. Çevre konferanslarına çağrılmayan, sesleri hiç bir zaman duyurulamayan yerli halklar bunun yanı sıra çevresel krizler karşısında verdikleri ölüm kalım mücadelesinde de yalnız başlarına bırakılıyor.

Antik zamanlardan beri doğanın sert ve bazen öldürücü değişimlerine dayanabilmiş yerli haklar bu kez de insan aksiyonlarına dayanmaya çalışıyor. Dengesini yitiren doğayı iyileştirmeye, kalan çok değerli canlıları korumaya ve aynı zamanda kendi yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Bu olağanüstü çabaları, bulundukları ülkelerin yönetimleri tarafından görülmeye, tanınmaya ve ses bulmaya başladı. Avusturalya ve Namibya bu farkındalığın başını çekiyorlar.

Nasıl destek olabiliriz?

Küreselleşen dünyanın olumlu yanlarından birisi de mesafeler ne kadar uzak olsa da yardımlaşma ve destek ihtiyacı olan kişilere ulaşabiliyor. Yerli halkların kendi yaşamları ve biyoçeşitlilik için verdikleri bu mücadeleye bizler de destek verebiliriz. Tüketim tercihlerimizin yine büyük rol oynayacağı bu desteği iki türde; yerli halkların etik şartlar altında ürettikleri ürünleri satın alarak ve onlara maddi manevi destek olan sivil toplum örgütlerine yardımda bulunarak elimizi uzatabiliriz.

Yerli hakları destekleyen sivil toplum kuruluşları:

Yerli halkların çabasını destekleyen tercihler:

Amazon Ormanları’nda gerçekleşen orman ve canlı kaybının başında Palm yağı endüstrisi ve hayvancılık için kullanılan yemlerin tarımı geliyor. Bu izinsiz kesim ve dikim karşısında savaşan yerli halkları içerisinde Palm yağı bulunan ürünleri almayarak ve hayvansal gıda tüketimizi minimize ederek destekleyebiliri.z

Aynı zamanda yerli halkların geçimlerini sağladıkları ve küresel tedarik zincirinin ilk etabını oluşturdukları kakao ve kahve üretiminde etik çalışma şartları ve sürdürülebilir pratikler kullanabildikleri markaları seçmek büyük önem taşıyor. Rainforest Alliance örgütü tarafından tasdiklenmiş; minik yeşil kurbağa logosu almış ürünler yerli halkların ekonomik ve sosyal haklarının ve doğanın üretim süreci boyunca korunduğu anlamına geliyor.




Burcu Erbaş

1997 yılında Antalya’da doğan Burcu, İstanbul Saint Joseph lisesinde eğitim gördü. 2020 yılında Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Erasmus programı ile bir sene boyunca eğitim aldığı Sciences Po Paris’te çevre politikaları, sürdürülebilirlik ve ekoloji üzerine dersler aldı. Öğrendiklerinden çok etkilenen Burcu yaşam tarzını çevreye duyarlı olacak şekilde...



BLOOM SHOP