Mahatma Gandhi, İngiliz egemenliğine karşı Hint bağımsızlık hareketinin lideri olan Hintli bir aktivistti. Barışçıl bir direnişle, Hindistan’ı özgürlüğüne kavuşturdu. “Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol” sözünü o söyledi. Gandhi’nin bu çok basit ve anlaşılır gibi görünen sözü, içinde büyük sırlar barındırıyor.
Bireysel fark yaratma konusunda Gandhi’nin son derece kritik bir nokta yakalamış olduğunu düşündüğüm için bu yazımda bu sözü biraz açmak istiyorum.
“Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol” ne demek?
Dünya genelinde mikro ölçekte ne oluyorsa, makro ölçeğe de o yansıyor. Bizim ortak bilincimiz; ailemizin, ülkemizin ve dünyamızın bilincini belirliyor. Atatürk, “Yurtta sulh, cihanda sulh” demiş. Sulh, insanın kendisinde başlıyor.
Seminerlerime hep aynı soruyla başlıyorum: “Hayattan ne bekliyorsunuz?”. Bu sorunun yanıtı yıllardır hiç değişmedi. “Huzur. Mutluluk. Sağlık.” Sonra da para geliyor.
Ama ilk üçün sıralamada yeri hiç değişmedi. Bireysel olarak kendi hayatımızda istediğimiz gibi, dünyada da huzur sağlık ve mutluluk istiyoruz aslında. Peki bu hayalin, bireyler olarak bizden başlayarak gerçekleşebileceği fikrini neden ihmal ederiz?
Huzurdan başlayalım örneğin. Siz huzurlu musunuz?
Zihniniz karmaşa ve çelişkiler içinde mi? Evinizde huzur, dirlik, birlik var mı?
Peki ya mutluluk?
En son ne zaman kendinizi mutlu hissettiniz? Evinizde mutluluk, sevinç, neşe var mı? Mutluluğunuzu çevrenize saçabiliyor musunuz?
Sağlık durumunuz?
Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre sağlık; “Sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil; bedensel, ruhsal ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hali”. Bu tanıma göre sağlıklı olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Size göre huzur, mutluluk ve sağlık kader mi, yoksa özgür iradeyle elde edilebilecek şeyler mi?
Biz genellikle huzur, mutluluk ve sağlığın bize tesadüfen bahşedildiğine ya da bir gün bahşedileceğine inanıyoruz. Evet, belki bahşedilmiş bir kısmı var. Peki bunların tümünün kaderin ellerinde olduğunu düşünmek ne denli doğru?
Sigmund Freud, “Evrendeki en büyük gösteri sen aklını keşfettiğin an başlar” demiş. Bu durumda huzurumuzu, mutluluğumuzu ve sağlığımızı başımıza gelen olayların ve alışageldiğimiz düşünce biçiminin ellerine bırakmak akıl işi değil bence.
Öte yandan, dünyadan ne bekliyorsunuz? Adalet mi; bireysel olarak kendinize dönüp baktığınızda adaletin hayatınızdaki yeri ne ve kendinize karşı adaletli misiniz? Yaptığınız en ufak hatadan dolayı bilinçaltınızın en derin zindanlarına mı atıyorsunuz yoksa o hatayı yapan yanınızı ya da bütün yapmış olduğunuz hataları inkar edip, kendinize bir kere bile dönüp bakmadan suçlu yanınızı salıvermekte mi buluyorsunuz adaleti?
Demokrasi var mı sizin evde; herkes özgürce dile getirebiliyor mu düşüncelerini, medeni bir şekilde tartışabiliyor musunuz ve evinizdeki bireyler sizden farklı fikirlere sahip olabiliyorlar mı? Karşıt fikirler sizi öfkelendiriyor mu, herkesi kendiniz gibi mi yapmak istiyorsunuz? Tek doğru sizin doğrunuz mu yoksa başkalarının da kendilerine göre haklılık payı olabileceğini göz önünde bulunduruyor musunuz?
Peki özgürlüğü ne derece hayatınıza davet ediyorsunuz; insan geçmişinin yükleriyle, kalbinde sakladığı ıstırap dosyalarıyla, içindeki onca kederle ne kadar özgür olabilir ki?
21. yüzyılda, teknolojinin bize ulaştıramadığı neredeyse hiçbir bilgi yok. Ancak kendi iç alemimizle, zihnimizle, insan potansiyelimizle ilgili kimse bize bir şey öğretmiyor. Dışarılara bakıyoruz ama dönüp bir de içeri bakmak aklımıza gelmiyor.
Einstein’ın da dediği gibi, “Delilik; tekrar tekrar aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemektir”.
Eğer farklı sonuçlar bekliyorsak, farklı yolları da denememiz gerek. Hayatımızın çoğunu düşünce ve duygularımızın hükmü, hipnozu altında geçiriyoruz. Zihnimizi ehlileştirmek, orada bazı iç düzenlemeler yapmak aklımıza gelmiyor. O ne derse inanıyoruz. Kötülüğün dünyayı ele geçirmesi gibi, biz de kendi zihnimizin bizi ele geçirmesine boyun eğiyoruz. Kendi iç dünyamız, uşakların kralı bağlayıp at koşturduğu bir arena.
Dünyada gerçek anlamda fark yaratmak, kralı; yani aklı ve iradeyi uşakların yönetiminden kurtarıp, özgür kılmaktan geçiyor.
Dünyada görmek istediğimiz değişim biz olabiliriz. Demokrasiyi, özgürlüğü ve adaleti bireyler olarak önce kendi yaşamımızda hakim kılarak. Aydınlık duygulara ve aydınlık düşüncelere önce kendi sistemimizde izin vererek. Eğer biz de 21. yüzyıla yakışır bir nesil yetiştirmek, aydınlığa ermek istiyorsak, kendi olumsuz duygu ve düşüncelerimizle başa çıkmayı öğrenmek durumundayız.
Bir insanın içinde bir büyük şehri aydınlatacak kadar büyük bir enerji potansiyeli var. Bireyler olarak “Ben kendi kendime ne yapabilirim ki?” diyerek kendimizi küçümsemek hata olur. Bizden, bir tek kişiden yayılan aydınlığın tüm karanlıkları delebileceğine artık uyanmak zorundayız.
İlginizi çekebilir!