İnsan karmakarışık bir varlık. Duygularımız, düşüncelerimiz, geçmişimizin izleri, geleceğin kaygıları, korkularımız, inançlarımız, inandırıldıklarımız, hurafelerimiz, tüm duyduklarımız, gördüklerimiz, duyumsadıklarımızdan çıkarımlarımızla; adeta üzerimizde bir yük vagonuyla ve hepsi de düğüm olup birbirinin içine girmiş şekilde sokaklarda dolaşan, kimi normal görünmeye çalışan kimi ise buna bile gerek duymayan bir grup deliyiz.
Alain de Botton “Sevgi” üzerine bir konuşmasında bu deliliği komiklikle karışık çok güzel anlatıyor: “Biz, romantizmin anlattığı gibi, safiyetle sadece ruh eşini arayan temiz, sevecen ve iyi niyetli varlıklar değiliz. Biz, çoğu deliliğin sınırlarında olmak üzere, son derece tehlikeli varlıklarız. Bu bir istisna değil, insan olmak demek. Çoğumuz metanetimizi halihazırda zor koruyoruz ve çoğu zaman da çevremize bir tehdit unsuru oluşturuyoruz. Bir sürü dürtümüz, hissimiz ve arzumuz var. “Normal” olarak nitelendirebileceğimiz insanlar henüz yeni tanıştıklarımız. Onları da daha yakından tanıdıkça normal olmadıklarını anlıyoruz.”
Peki biz delilerin çoğu neyi arıyor?
Tutkuyla birbirine bağlı, güven, samimiyet ve ne olursa olsun tüm deliliğimize rağmen asla terk edilmeyeceğimizi bildiğimiz sevgi dolu bir ilişki. Böyle bir ilişkinin varlığından umudunu kesenler ise aramayı bırakmış, başka şekillerde bir arayışa dönmüşler. Ama arayıştaki temel nokta aynı: O bağı kurmak! Anlık ya da uzun vadede, o taze yükselme duygusunu yakalamak.
Bu tür sürekli bir ilişkiyi hayata geçirmenin imkansız olmadığı fikrindeyim. Aşk ve ilişkiler konusu; asırlardır araştırılan, üzerine fasiküllerce kitap yazılmış, hala da tam olarak çözülememiş derin bir konu. İkinci kitabımı sırf bu konuya duyduğum sonsuz merak dolayısıyla bu konuda hazırlıyorum.
Modern hayattaki arayışımızda kaçırdığımız kilit noktanın kendimizle aramızdaki ilişkiyi tam olarak keşfetmeden ve onu “tutkuyla birbirine bağlı, güven, samimiyet ve ne olursa olsun tüm deliliğimize rağmen asla terk edilmeyeceğimizi bildiğimiz sevgi dolu bir ilişki” noktasına getirmeden başka biriyle bu hayali kuruyor olmamız olduğunu düşünüyorum.
Hiç dikkat ettiniz mi, kendinizle aranızda tutku dolu bir bağlılık var mı?
Kendinizi önemsemiyor, çoğu zaman onun bedensel, zihinsel ve ruhsal ihtiyaçlarını dinliyor musunuz? Kendinize güveniyor, kendinize verdiğiniz sözleri tutuyor ve ona saygınlık ithaf ediyor musunuz? Samimiyetle kendinizi dinliyor ve onu seviyor musunuz? Yoksa başkaları için çoğu zaman kendini feda eden, unutan ya da yok sayan taraf mısınız?
Siz kendinizi ne olursa olsun kabul ettiniz mi? Kendinizi zaman zaman ya da sıklıkla bırakıyor ya da ondan ara sıra hoşlanmamazlık ediyor musunuz?
Günümüzde ilişkilerin bunca çıkmaza girmesinin en önemli sebebi kendimizi tanımamak bana sorarsanız. Kendimizi sevmemek demiyorum, bilmemek, tanımamak. Bilsek, severiz çünkü. Kendimizle aramızda sağlıklı ve sağlam bir iletişim yok. Duygularımızı, düşüncelerimizi gözlemlemeye, içimizde olan biteni tanımaya ve yaralı kısımlarımızı iyileştirmeye vakit ayırmıyoruz. İki dakika kendi kendimize kaldığımız zaman ya telefonumuza ya da bizi oyalayacak herhangi bir nesneye uzanıyoruz. Kendimizle kalmak çoğumuzu ürkütüyor. Oysa yakından tanısak çok seveceğimiz biri var orada…
Kendimizle aramızdaki bu temel ilişki ne kadar sağlam olursa, ikili ilişkilerimizde de aradığımızı bulmak daha kolaylaşacak…
Konu ile ilgili “daha fazla” bilgiye aşağıdaki yazılardan da ulaşabilirsiniz: