Bir pamuklu tişört yapımında yaklaşık 2.700 litre su kullanıldığı; bunun da bir insanın 900 günlük su tüketimine eşit olduğu, Çin’de suların kirlenmesine en çok sebep olan ikinci sektörün moda olduğu ve 2015 yılında 1.7 milyon ton CO2 salınımdan moda sektörünün sorumlu tutulduğu göz önünde bulundurulduğunda bu endüstrinin çevre kirliliğine katkı sıralamasında üst sıralarda yer aldığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Kıyafet üretiminin her aşamasının gezegenimizin kaynaklarını tehdit ediyor olmasının yanı sıra dikkat çekilmesi gereken bir diğer konu kötü koşullarda ve ucuz iş gücüyle çalışan insan faktörüdür. Tüketim çılgınlığımızın tavan yaptığı son yıllarda, çevreye ve insana zarar veren bir endüstri nasıl daha sürdürülebilir bir hale dönüşebilir sorusunu ünlü gazeteci Ferhan İstanbullu’ya sorduk.
Uzun yıllardır moda sektörü içerisinde olan biri olarak moda sektörünün bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Moda sektörü, dünyanın en başta gelen endüstrilerinden biri. Hazır giyim endüstrisi ile dirsek temasında çalışan bir sektör. Hiçbir zaman değer kaybedeceğini düşünmüyorum.
Kendi içerisindeki dinamikler ile ilgili birtakım değişiklikler oluyor. Örneğin, hızlı moda akımını temsil eden büyük sokak mağazaları markalarının, bu sektörün üretim süreci dinamiklerine direkt etkileri bulunuyor. Benim tahminim, lüksün daha da lüksleşeceği ve bu durumda hızlı moda akımını temsil eden büyük cadde mağazalarının daha uygun fiyata daha çok seçenek sunmaya devam edeceği.
Zaman geçtikçe insanlar daha kaliteli olan üretimin farkına varmaya başlıyor; yaş ilerledikçe kendilerini daha iyi tanıyor ve belli markalara yöneliyorlar. Burada belli markalardan kastımın sadece lüks markalar olmadığının altını çizmek isterim.
Moda sektörü var olmaya devam edecek ancak kendi içinde (aynı gıda ve diğer pek çok endüstride olduğu gibi) ekolojiye verdiği zarar ile ilgili bazı konuları ölçüp tartması gerekecek. Hepimiz bu durumun farkındayız.
Bana kalırsa şu an moda sektörü arınma ve günah çıkarma döneminde. Çünkü bu konular artık (tıpkı benim şu an yaptığım gibi) sade tüketicinin de diline dolanmaya başladı. Bütün bunların haricinde de bu kadar çok insanın çalıştığı, bu kadar çok farklı alanlarda üretimin yapıldığı bir endüstrinin küçülebileceğini kesinlikle düşünmüyorum.
Moda sektörünün içerisinde de yer alan bir tüketici olarak siz kendi yaşamanızda çevre adına daha duyarlı olabiliyor musunuz? Aradaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
İstediğimiz kadar bunun aksini düşünsek de kıyafetlerimiz bize dair ipuçları veriyor. Bu ipuçları sadece şık biri olup olmadığımızı ya da pahalı alışverişler yapıp yapmadığımızı göstermiyor. Giyim kodlarımız kim olduğumuza dair pek çok done içerir. Mesela ben bugün buraya jean pantolon, spor ayakkabı ve çok rahat bir üst ile geldim. Çünkü şehrin farklı yerlerinde farklı şeyler takip eden biriyim. Bunun için metro gibi çeşitli ulaşım araçlarını kullanmak zorundayım. Ancak bu şekilde İstanbul’da istediğim şeyleri geniş bir yelpaze içerisinde gerçekleştirebilirim.
Bu yalnızca basit bir örnek ve insana dair tek bir perspektif. Elbette bugün daha genç yaşlarda olan, kendi gardırobunu yeni yeni oluşturmaya başlamış bir genç kız ya da delikanlının kaygıları ile artık hayatta belli bir yola geçmiş olan insanlar arasında fark var.
Bir tüketici olarak bu bahsettiğim noktalar sadece beni değil, ister istemez hepimizi çevreye karşı duyarlı hale getirmek zorunda. Son 20 yıl içerisinde dünyada hep beraber inşa ettiğimiz harabe ortada. Bunu görebilmek için bilim insanı olmaya ya da konu ile ilgili profesyonelleşmeye gerek yok.
Şunu bilmekte fayda var; tekstil sektörü çok büyük gelişmelerin olduğu, çok ciddi ilerlemelerin kat edildiği bir endüstri olmasına rağmen dünyayı kirletmesiyle anılan birkaç sektörden biri olarak kabul ediliyor. Önde gelen tekstil şirketleri bu konuyla ilgili önemli ARGE çalışmaları yapıyorlar. Tekstil ve tekstilden beslenen iplik, kumaş şirketleri ve ham madde üreticileri de aynı şekilde.
Siz bu dengeyi siz nasıl sağlıyorsunuz derseniz, açıkçası ben de herkes kadar bu işin içerisinde yeniyim.
Bu anlamda nelerin doğru olacağını öğrenme aşamasındayım. Örneğin bir çevreci olarak, öğrenmeye başladığım en basit şey etiket okumak oldu. Etiketleri okuyarak aldığımız ürünlerin içerisindeki ipliklere dair fikir sahibi olmak ve doğaya daha az zarar veren, üretim sürecinde ekolojik kaygıları daha yüksek olan ürünler kullanmamız mümkün.
Ekolojik üretimleri temsil eden bir takım simgeler var; ben de etiketlerde bunlar var mı diye kontrol ediyorum. Bu, alışveriş yapma sürecinin yanına “alışveriş yapmama” bilincini de ekliyor.
Çünkü benim için kaliteli ve daha az ürün almak demek, hem daha şık bir gardırop hem de ekolojik bir dünya demek. Yine de şunu reddedemem; yeri geldiğinde hızlı bir ihtiyacımı gidermek üzere sınırlı bir bütçe ile elbette sokak markası, büyük cadde markası olarak tabir ettiğimiz tekstil devlerinden birinin dükkanına gidebilirim. Ama bundan böyle, bu öğrendiklerim çerçevesinde etiket okumadan bir seçim yapmam söz konusu olmayacak.
Suni içeriği fazla olan ürünün sadece ekolojik açıdan değil, giyen kişi olarak beni rahat hissettirmeyeceğini de öğrendim. Bu, hepimizin gündelik hayatında, özellikle de yoğun bir tempoda, en çok önem verdiği konulardan biri olmalı. Çok özel bir yere giderken iki saat için şık ama rahatsız bir ayakkabı ya da elbise giymeye herkes tahammül edebilir ama hayatın içerisinde böyle bir lükse yer yok.
Dediğim gibi, daha az tüketmek adına daha özenli, üretim sürecini bildiğim ve kumaşına güvendiğim ürünler almaya dikkat ediyorum. Bunu herkesle paylaşabilmek amacıyla bu sözcülüğe giriştim.
Sonuç olarak içerikleri doğru değerlendirerek bu konuda en faydalı bilgiyi sağlayacak olan kişiler elbette ki tekstil ve kimya mühendisleridir. Sade vatandaş Ferhan, sadece etiket okumayı öğrendi. İçerisinde pamuk, liyosel olan ürünleri tespit etmeyi kendi kendime öğrendim. Umuyorum bunu okuyanlar da aldıkları ürünler konusunda daha farklı bir bakış açısına sahip olacaklardır.
Bilinçli bir tüketici olmak için ne yapmak gerekir? Markalardan talep etmemiz gereken nedir?
Ben profesyonel anlamda tekstil endüstrisinde çalışan biri olmadığım için, bu soruyu yine biraz önce bahsettiğim gibi sade vatandaş gözü ile cevaplamak istiyorum. Bu yorum yalnızca benim bakış açımı temsil ediyor.
Bence bilinçli tüketici, gereksiz alışverişlerden sakınan kişidir. Hepimizin baştan çıktığı konular var elbette. Bunlara şımarıklık diyelim, ancak bu şımarıklıkları yaparken gardırobun genel dengesini çok iyi düşünmek gerekir. İkinci olarak, altını ısrarla çiziyorum, ihtiyacımız olan ürünü bütçemizin elverdiği en iyi kalitede satan yerden alırsak daha uzun süre kullanabiliriz.
Şunu da söylemek isterim, dünyada stil sahibi olan insanlar pek çok farklı markalar kullanırlar. Ama aslında biliyoruz ki, işleri gereği kamera önünde olduklarından dolayı büyük ve farklı markalarla bu kadar iç içeler.
Özellikle genç nüfusun bu durumu yanlış algıladığını düşünüyorum. Bu durum, gençlerde satın alma konusunda gereksiz bir iştah açıyor. Lütfen unutulmasın, o kıyafetler özellikle sosyal medya kanaat önderleri için yalnızca ödünç verilen kıyafetlerdir.
Alışveriş yaparken tarzımızı iyi ifade ettiğini düşündüğümüz ve uzun süre giyeceğimizi öngördüğümüz bir parçanın olabildiğince kaliteli kumaştan ve iplikten üretilmiş olmasına dikkat etmeliyiz.
Kalite kelimesini de yeri gelmişken açalım: Doğa dostu, ekolojik, içinde sizi bunaltmayan, terletmeyen kısaca içerisinde kendinizi rahat hissettiğiniz kıyafetler kaliteli kıyafetlerdir.
Markalardan talep etmemiz gereken ise her şeyden önce içerik konusunda bizi bilgilendirmeleri. Ancak sadece içeriğe erişmek de yeterli değil, sonuçta bizler o içeriği değerlendirme konusunda yeterli bilgi birikimine sahip olmayabiliriz. Tüketiciden birdenbire bu bir bilinç oluşmasını beklemek gerçekçi değil.
Bence markalar bu konuda daha keskin tutumlar sergileyebilirler. Bizi bilgilendirme konusunda doğru etiket tanımları yapmanı yanı sıra başlı başına bir kıyafet etiketi yaratarak, ayrı etiketlendirmeler yaparak hatta mağazalar içerisinde kıyafetleri ayrı bölümlerde konumlandırarak kendilerine düşen görevi yerine getirebilirler.
Ancak biz bunları konuşuyoruz diye dünyadaki tekstil markaları ekolojik ham maddeleri ya da daha üst kalitede bambu lifinden üretilmiş iplikleri kullanmaya başlamayacaklar, bu konuda gerçekçi olalım. Ancak biz kendi seçimlerimizi bu gibi ürünlerden yana kullanırsak bir etki yaratacağız. Bize düşen en önemli görev budur.
Çevre konusu hakkında hassasiyeti olmayan ve ekonomik olarak alım gücüne sahip olan ya da olmayan kesimlerde farkındalık yaratmak için ne gibi aksiyonlar alınabilir?
Biraz evvel bu konuya girdim aslında. Her şeyden önce bütçelerimiz doğrultusunda ilerleyen bir süreç var ve bu yaptığımız alışveriş için geçerli. Organik tarım ürünü de alsanız, bambu lifinden yapılmış trençkot da alsanız önemli olan denge.
Bir anda gardırobunuzu yok etme gibi bir durum söz konusu olmayacaktır. En azından çok uzun süre giyeceğimizi düşündüğümüz parçalarda bunu yaparsak bu olumlu bir hareket olur ve bir fark yaratır. Tabi kim diyebilir ki büyük cadde markalarının cazip fiyatları gün gelecek talep görmeyecek. Tabi ki böyle bir şey söz konusu değil.
Ben bugün çok trend bir ürün almak istediğimde bu ürünü iki yıl sonra giymeyeceğimi düşünerek bütçesini ona göre hesaplıyorum. Bu çok realist bir tüketici tavrıdır. Ama her şey dönüp dolaşıp yine aynı noktaya geliyor. Kendi bedenini tanıyan insan, her şeyden evvel kendi tarzını oluştururken realist olur.
Herkesin kendini ait hissettiği bir tarzı var. Kendi adıma ben günlük hayatta maskülen kıyafetleri seven, onlarla rahat eden biriyim. Seçimlerimi de bu yol üzerinden yapıyorum. Bunun ayrıca gardırobun tutarlılığı anlamında da bir önemi var.
Çünkü sonuçta diğer parçalarınızın da yeni aldıklarınızla giyilebiliyor olması lazım. Bu tutarlılık sizin daha az alışveriş yapmanıza yol açacaktır.
Daha az alışveriş yaptığınız için belki daha önce mesafeli durduğunuz ve sizi bütçe olarak aştığını düşündüğünüz bir markadan da bir şeyler satın alabileceksiniz.
Bu yüzden ben indirim dönemlerinin kaçırılmaması gereken bir dönem olduğunu düşünürüm.
Kısaca daha az alışveriş yaparak her anlamda kendimizi de daha iyi hissettiğimiz bir sonuca varabiliriz. İşin psikolojik yanından hiç bahsetmedik. Etrafınızda bunu çok görmüşsünüzdür. Bunu kendi yaşadığım zamanlar da oldu. Başkasına ait bir duygu gibi bahsetmeyeyim.
Fazla alışveriş yapıldığında insan aslında kendini iyi hissetmiyor. Lüzumsuz para harcadığını düşünerek o parayı biriktirebileceğinin farkına varıyor. O para ile x ya da y seçeneklerini değerlendirebileceğini düşünüyor. Bu çok haklı bir kaygı ve çok haklı bir kızgınlık. O anlarda kendimizi iyi hissetmediğimizi unutmamamız çok önemli.
Son olarak, yıllar evvel bir yıl hiçbir şey almama detoksu yapan birini okumuştum. O zamanki Ferhan, böyle bir şeyin mümkün olmayacağını düşünmüştü.
Şimdi size diyebilirim ki, iki yıldır gerçekten bir ihtiyaç değilse, hiçbir şey almıyorum. İnanın, gardırobum eksik kalıyor, herhangi bir ortamda ya da davette kendimi iyi hissetmiyorum da demiyorum.
Diyelim ki, bir ihtiyacım var ve o parça bende yok. O zaman tarzı ve bedeni bana uyan bir yakın arkadaşımdan ödünç istiyorum.
Eskiden insanlar birbirlerinden çok ödünç kıyafet alırdı. Günümüzdeyse ucuz tekstil adı altında buna modanın demokratikleşmesi dendi. Aslında demokratikleşmedi, daha çok tüketime yol açtı. Eskiden bu tip seçenekler olmadığı için insanlar birbirlerinden ayakkabı alırdı, çanta alırdı. Ben hala bu adetin güzel olduğunu düşünüyorum ve kendim de çokça uyguluyorum.
Yaz boyu sanat yönetimini yaptığım bir galeri var. Yeri geldiğinde onun açılışları için arkadaşlarımdan kıyafet ödünç alıyorum. Benden isteyenlere de zevkle veriyorum. Bence bu kaygılar tüketim çılgınlığının her türüne karşı çok doğru adımlar. Sadece kıyafet değil, genel olarak dünyada birilerinin hiç yokken, birilerinin çok fazlasına sahip olduğu kalemler çok fazla.
Bu sadece kıyafette değil. Bence biraz terbiye olmamız ve bizi yetiştiren ailelerimizin değer yargılarına sahip çıkmamız gereken bir dönemdeyiz. Zaten farkındaysanız şu anda hep birlikte şahit olduğumuz bütün gelişmeler, daha mütevazi, daha kendine dönme zamanı olduğunu işaret ediyor.