“Zaman en değerli hazinedir.” Geriye alamayacağımız tek şey olan zaman, yaşam boyu sahip olduğumuz genel mutluluk algımızın en belirleyici faktörlerinden birini oluşturuyor. Kendimize hiç zaman ayıramamak, 24 saatin yeterli olmadığını düşünmek, hafta içini bir an önce geçirmeye çalışıp hafta sonunun fikri ile yaşamak ruh halimizi sistemik şekilde aşağıya çekiyor. Peki kimi zaman bize gerçek potansiyelimizi ve mutluluğumuzu kısıtlıyormuş gibi gelen modern hayatın zaman algısını bize mutluluk getirmesi için düzenleyemez miyiz? The mindbodygreen podcast’ine katılan Sosyal Psikolog, Araştırmacı ve Yazar Dr. Cassie Holmes, güzel zamanlar geçirmek için hafta sonunu beklememize gerek olmadığını, tek yapmamız gerekenin kendimize daha çok zaman yaratmak değil, zamanı iyi değerlendirmek olduğunu anlatıyor.
Neden zaman ve mutluluk el ele gidiyor?
Holmes’a göre günün her saatinde yaptıklarımız birikerek haftalarımızı, aylarımızı, yıllarımızı oluşturuyor. Zamanımızı nasıl geçirdiğimiz yaşam boyu neler deneyimlediğimizi ve genel bakışta ne denli mutlu olduğumuza dönüşüyor. Her gün zamanımızı geçirirken aldığımız keyif ve yatağa girmeden önce yaşadığımız doyum “öznel mutluluk ölçeği” olarak da bilinen kişinin algıladığı mutluluk düzeyini belirliyor. Geçen zaman zihinlerimizde iki yönlü şekilde değerlendiriliyor: “O zaman diliminde nasıl hissettim, bittikten sonra zamanımı buna harcamış olmak hakkında ne hissediyorum?” Eğer her ikisine de negatif bir cevap veriliyorsa, zamanı yanlış harcamak mutsuzluğun en büyük sebebi haline dönüşebiliyor. Hayatımızı kısıtlayan unsur zamanın ta kendisi olabiliyor.
İyi bir çalışan, öğrenci, partner, anne/baba, çocuk, arkadaş olmak gibi bizden beklenen her sorumluluğu 24 saatin içerisine sığdırmaya çalışmaya ek olarak kendimiz için alan açmak istemek sanki yeterince zaman yokmuş gibi hissettirebiliyor. Büyük ölçekte günler çok hızlı geçiyor gibi geldiği için daimi bir “yetişememe” hissi yaşıyorken gündelik bazda -özellikle yapmak istemediğimiz işleri yaparken- saatler geçmek bilmiyormuş gibi gelebiliyor. Bir yandan daha çok zamanımız olsun diye dileyebiliyor diğer yandan saatlerin hızla geçmesini bekleyebiliyoruz. Bu zıtlaşmamızın çözümü ise Holmes’a göre herkesin ilk aklına gelen “istifa edip sakin bir kasabaya taşınmak” değil zamanımızı farkındalıkla, yavaşça, sindirerek ve doğru şekilde geçirebilmekte yatıyor.
Holmes’un bu savı klinik olarak da destekleniyor. Yürüttüğü araştırmalara göre keyif yapmak için hiç zamanı olmadığını düşünen kişiler derin bir mutsuzluk yaşıyor. Öte yandan kendine ayırabileceği çok fazla boş vakti olan kişiler de ilk gruptaki kişiler kadar mutsuzluk hissediyor. Bu, verimliliği el üstünde tutan modern yaşamın üzerimizdeki koşullandırması yüzünden yaşanıyor. Gününü “boş” geçiren insanlar ortaya herhangi bir ürün, yenilik, çıktı koymadığı için geçen zamanından tatmin olamıyor, hayatında bir amaç yokmuş gibi hissediyor. Gerçekten mutlu olan insanlar ise ne bomboş ne de dopdolu ajandalara sahip olan, elindeki mevcut süreyi en iyi şekilde değerlendirebilen kişiler oluyor.
Peki burada bahsi geçen boş zaman neleri içeriyor ve hangi süreler ile alt ve üst limiti çiziliyor? Holmes’a göre boş zamanın içerisine hiçbir şey yapmamak, uzanmak, TV izlemek, egzersiz yapmak, hobilere zaman ayırmak gibi tüm “keyif veren” aktiviteler giriyor. Mutsuz olduğunu belirten kişilerin ilk grupta günde 2 saatten az keyif vakti, ikinci grupta ise 5 saatten fazla keyif vakti bulunuyor. Arada kalan tüm saatler ise bir kişinin genel anlamda hayatından mutluluk duyması için yeterli gelebiliyor. İki ekstrem uçta olmadığımız sürece keyif almak için ne kadar zamanımız olduğundansa o süre zarfı içinde neler yaptığımız daha büyük bir önem kazanıyor.
3 adımda zamanı iyi değerlendirmek
Yaptığımız süre boyunca en çok ve en az neyden keyif aldığımızı konu alan Amerika merkezli bir araştırmada en sevdiğimiz aktivitelerin merkezinde diğer insanlarla fiziksel/duygusal seviyede bağ kurmak olduğunu bulunuyor. Zamanımızı harcamayı en sevmediğimiz aktivite ise yolda, trafikte geçirdiğimiz zamanlar olarak görülüyor. Peki zamanımızı harcamaktan hoşlanmadığımız ama hayatımızın bir zorunluluğu olan işe/okula gitmek gibi süreleri nasıl daha keyif ve tatmin edici bir hale çevirebiliriz?
1. Bundling (Paketleme)
Bundling (paketleme) sevmediğimiz bir aktiviteyi sevdiğimiz bir aktivite ile birleştirerek o zamanı daha keyifli geçirmemizi sağlayabiliyor. Örneğin, trafik ile size boş zamanlarınızda en çok keyfi veren kitap okuma hobinizi birleştirerek araba kullanırken sesli kitap dinlemek, geçen zamanı daha az “işkence” gibi hissettirebiliyor. Aynı zamanda geçen zamanın “boşa” olduğu hissi bitirmiş olduğunuz kitap sayısı arttıkça hafifliyor. Benzer bir tatmin, yoldayken podcast dinleyerek yeni konular üzerine bilgi edinmekle de yaşanabiliyor.
2. Egzersiz
Düzenli egzersiz yapmak genel ruh halini müthiş bir şekilde yükseltebiliyor. Araştırmalara göre güne egzersiz yaparak başlayan bir kişi günün geri kalanında tıpatıp aynı işleri yapsa da diğer günlere oranla daha büyük bir mutluluk hissettiğini söylüyor. Benzer bir durum günün herhangi bir saatinde yapılan egzersizle de görülebiliyor. Neredeyse herkeste egzersiz yapılan günlerden alınan tatmin diğer günlere oranla daha yüksek çıkıyor. Anksiyete, depresyon gibi ruhsal problemlerin önlenmesinde/hafifletilmesinde klinik başarı gösteren egzersiz, Holmes’a göre özellikle dış mekanda yapılıyorsa yarattığı pozitif etkiyi katlıyor.
3. Gönüllü olmak
Bir günde 24 saatten daha fazla varmış gibi hissetmenin en etkili yolu başkalarına yardım etmekten geçiyor. Belirli bir saat diliminde bir kişinin hayatına dokunabilmiş olmak ve bu farkındalığın zihinde yarattığı tatmin ve başarı hissi hem mutluluk seviyesinin artmasına hem de keyif alınarak geçirilen zamanın sanki daha uzunmuş gibi hissettirmesine neden oluyor. Kendime ait hiç boş vaktim yok diyen yoğun kişilerin günlerinden aldıkları tatmini arttırmanın en etkili yollarından birini tam da bu nedenle gönüllü olmak, birilerine yardım etmek, derneklere, topluluklara katılmak, herhangi bir özverili aktivite içine girmek oluşturuyor.
Sıradan günlerden keyif almayı nasıl öğrenebiliriz?
Hedonik adaptasyon olarak bilinen fenomen, hepimizin uzun süre yaptığı bir işe alışma ve sıradan görme yatkınlığını açıklıyor. Bir işi ne kadar uzun süre yaparsak o denli alışıyor, otomatikleşiyor, ona karşı farkındalığımızı yitiriyoruz. Bu “normalleştirme” sürecini maalesef hayatımızdaki güzellikler için de yapıyoruz. Örneğin partnerimizden “Seni seviyorum.” cümlesini duymak ilk seferki “büyüsünü” her tekrarında kaybediyor hatta fark bile edilmeyen sıradan bir cümleye dönüşebiliyor. Bu “nankör” yatkınlığımızı kırmanın yolu ise farkındalığımızı bilinçli olarak yaşamımızdaki güzelliklere getirmekten, anın tadını çıkarmaktan, her tekrardaki ufak değişimleri, yenilikleri fark etmeye çalışmaktan geçiyor. Hayat en sıradan anlarında bile bize mutluluk getirecek detayları içinde saklıyor Güzel bir gün batımı, paylaşılan bir kahkaha, lezzetli bir yemek, birini gülümsetmek, açan bir çiçeği görmek ve daha nicesi içinde bize tek düşen tüm bu güzellikleri en sıradan günlerde bile arayıp bulmak oluyor.