Annica, Pali dilinde geçicilik demek. Buddha’nın öğretilerinde ise var oluşun 3 halinden biri olarak görülür. Yaşamın bir gerçeği olan geçicilik yasası bizlerin kabul etmekte zorlandığı, bilinçli olarak olmasa da seçimlerimizle inkar ettiğimiz bir gerçekliktir. Doğduğumuz andan itibaren bu yasa aktiftir. Geçicilik hakkında konuşurken bu yasayı kabul etmemize engel olan en temel ihtiyacımızı açıklayarak başlayabiliriz. Tutma ve tutunma ihtiyacı!
Tutma, tutunma refleksi ve ihtiyacı ile dünyaya geliriz. Yeni doğan bebekler avuç içleri sımsıkı ve kapalı olarak doğarlar. Ellerini açtıklarındaysa güvende hissetmelerine destek olacak şekilde bakım verenin parmağını ya da memesini tutarlar. Her yaşta bir şeyleri tutmayı, bir şeylere tutunmayı severiz. Uykuya giderken bir oyuncak tutmak, annenin parmağını, emziği, kendi ayağını tutmak, dışkısını tutmak, büyüdükçe saçını, kıyafetini tutmak gibi farklı tutma eylemleri gerçekleştiririz. Yaşımız kaç olursa olsun tutma eylemi bize güven, bırakmak ise endişe verir.
Elimizde bir sigara veya içki tuttuğumuzdaki halimizi hatırlayalım. Büyüdüğümüzde eşimizin, küçükken ebeveynlerimizin elini tuttuğumuzdaki hissimize bakalım. Neler uyanıyor içimizde? Sahip olduğumuz eşyaları üzerimizde taşırken, onları kullanırken ne hissediyoruz? Düşüncelerimize tutunurken ve onları savunurken ki halimizi hatırlayalım. Duygularımıza sımsıkı sarılıp bırakmak istemediğimiz zamanları anımsayalım. Üzüntümüzün bizim ayrılmaz bir parçamız olduğunu sandığımız zamanlardaki inançlarımız ne? Korkumuza, neşemize tutunduğumuz zamanlar nasıl biri oluyoruz? Gittiğimiz tatili, işimizi, evimizi, evden ayrılan evlatlarımızı, bu yaşamdan ayrılan sevdiklerimizi de aynı şekilde bırakmak istemeyebiliyoruz. Demem o ki, insan sahip olduğunu sandığı her şeye tutunma yatkınlığına sahiptir, hatta zamana bile. Hiçbir şeye sahip olmadığımızı kabul etmek bizi geçicilik yasasını algılamaya yakınlaştırır. Bu da hayatımızdaki ıstırabı hafifletir.
Saydığım her olgunun bir süresi, başı ve sonu vardır. Bu süreyi zorla uzatmaya çalıştığımız vakit tutunduklarımız acı vermeye başlar. Lakin insan bu arzudan kendini alıkoymakta zorlanır. Çünkü zihnimiz bize bırakmanın kötü ve acı verici bir şey olduğu yönünde bir algı yaratır, “Bırakmak zordur, korkunçtur, acılıdır.” kodları ile büyürüz. Bırakmak hakkındaki bu düşünce kalıbına tutunduğumuz sürece geçicilik yasası ile barışmamız güç bir deneyime dönebilir.
Bırakabilme haline geçebilmeye önce bırakma hali hakkında edindiğimiz algımızı değiştirmekle başlayabiliriz. Bırakmak kötü bir deneyim değildir. Elimizle sımsıkı tuttuğumuz bir halatı öteki uçtan birinin çekmesinin avuçlarımızda yarattığı sürtünme hissi ve acı kaçınılmaz olur. Bu tutunma hali bir direnç yaratır, o direnç ise ıstıraba sebep olur.
Annica’yı kabul etmenin yolları
Geçiciliği ve dolayısıyla bırakabilmeyi öğrenmek acıyı yok eder, acısız bir hayat ise bizi özgürleştirir. Özgürleşmeyse önce zihnimizin bize koyduğu kalıpları kabul etmek, sonra onlara tutunduğumuzu kabul etmek ve en son onları bırakmaya razı gelmekle mümkündür. Sanırım paradoksumuz tam da burada başlamaktadır. Bırakmanın gerçekleşmesi için önce tutmanın gerçekleşmesi gerekiyor. Tutunmadığımız bir şeyi bırakamayız.
Bırakmak derken, her şeyi bırakabilmekten bahsediyorum. Tüm sıfatlarımızı, kimliklerimizi, inançlarımızı, yargılarımızı, sınırlarımızı, metotlarımızı, bırakabilir miyiz? Önce bunlara sahip olmalı, bunlara tutunmalıyız ki bırakabilelim. Doğumdan belli bir yaşa kadar bir şeylere sahip olmak için yaşamamız ve sonra da sahip olduklarımızı belli bir yaşta bırakmaya çalışmamız belki de bu yüzdendir. Önce topla, biriktir sonra da bırak.
Pratiklerimizde, işimizde ya da hayatın herhangi bir alanında bize iyi gelen bir yöntem keşfetmiş ve onu sürekli uyguluyor olabiliriz. Mesela meditasyon bana çok iyi geliyor ve ben meditasyonu her gün pratik ediyorum. Lakin meditasyona hayatım ona bağlıymış, hayatta işe yarayan başka bir yöntem yokmuş gibi yaklaşmam ve bunu bana öğreten hocama, bu öğretiye, pratiğe tek gerçeklikmiş gibi tutunmam hayatın akışına karşı direnç yaratmamı sağlar. Ve bu durum aynı şekilde ıstıraba sebep olur.
Hepsi zihinlerimizin suçu mu?
Her şeye tutunabileceğimizi sanan bir zihnimiz var. Her şeyin sürekli devam edeceği algısı ile yetişiyoruz ve kodlanıyoruz. Her şeyin aynı olmasının güvenli olduğu inancına sahibiz.
Gerçekten her şey aynı kalabilir mi?
Budizm’de kullanılan Annica kelimesi diğer birçok kadim öğretide de bir ilke olarak temel alınmaktadır. Budist, yazar ve öğretileri ile bir rehber olan Pema Chadron “Geçicilik bir uyum ilkesidir. Buna karşı mücadele etmediğimiz zaman gerçeklikle uyum içerisinde oluruz.” ifadesinde olduğu gibi aslında yaşadığımız gerçekliğin daha huzurlu ve uyumlu bir yaşam alanına dönebilmesi için geçiciliği kabul etmemiz gerektiğini birçok konuşmasında ifade etmiştir. Hayata uyumlu yaşamak daha akışta bir yaşama olanak verir. Eğitimsiz bir zihin ise bu uyuma ve akışa karşı gelen en büyük engelimizdir.
Annica ile ruhun özgürleşmesi
Her şeyden önce insan geçici bedene sahip bir varlık. Yaşadığımız dünyada tüm var olma hallerimizin geçiciliği söz konusu. Düşüncelerimiz ve duygularımız dahil. Öyle ise geçicilik tek gerçekken biz neye tutunabildiğimizi sanıyoruz?
Bizler bu yaşama maddesel bir dünyada yaşarken, bu maddesel dünyaya tutunmamayı öğrenmeye geldik. Sahip olmayı ve bırakabilmeyi öğrendiğimiz an ruhun özgürleşmesi mümkün olabilir. Kimimiz buna aydınlanma diyebiliriz. İlginç bir paradoks olan tanımlama ihtiyacımız ve tanımladığımız anda anlamını sınırlandırdığımız her deneyim gibi ruhun özgürleşmesi deneyimini de sınırlandırmış oluruz. Bu sebeple tanımlamaktansa bireysel olarak deneyimlemeye alan açmayı tercih ediyorum. Başkalarına anlatma ya da ispatlama çabasındansa, yolu gösterme ve kişilerin kendi tanımlarını bulmalarına vesile olma yaklaşımını daha uygun buluyorum. Aksi halde insanın yatkınlığı olan öğretiye, rehbere, pratiklere tutunma hali kolaylıkla güçlü bir alışkanlığa dönmektedir.
Geçiciliğe de tutunmak mümkün
Tutunduğumuz her ne ise bizi tutsak ediyor, sınırlıyor. Lakin tutunmama ve bırakma halleri de içine düştüğümüz bir tuzağa ve tutunduğumuz bir hale dönüşebiliyor. Geçiciliğe bile tutunabiliyoruz. Sufizm’de terk-i terk denen bir kavram var. Terk etmeyi de terk etme halini deneyimlemenin önemini anlatıyor. Geçiciliğe tutunmamak, bırakmayı da bırakabilmek demektir. Zihnin aşırı manipülatör hali ve tutunmaya olan yatkınlığından dolayı bazı zamanlarda bırakabilme haline bile tutunmamız mümkün olabiliyor.
Özellikle ruhsal ve kişisel farkındalık çalışmaları yapan insanların çok düştükleri tuzaklardan biri hiçbir şeye takılmama hallerine tutunmalarıdır. Farkındalık kitaplarında teflon olmak diye bir terim vardır. Olan hiçbir olayın sizde bir karşılığının olmaması ve teflon gibi tüm etkilerinin üzerinizden akıp gitmesi demektir. Bu çok güzel bir hal olmakla beraber her an mümkün olamayabilir. Dolayısıyla, teflon olma halinin de geçici bir hal olabileceği gerçeğini unutmamak gerekir.
Annica ile barışmak
Geçiciliği kabul ettiğimizde hiçbir kalıbın olmadığını kabul etmiş oluruz. Geçiciliğin kendisini de kalıp olarak görmediğimizde o anın içinde bize uyan en uygun kalıbı yaratır, deneyimler ve onu geride bırakabilmiş oluruz. Bu durum eğitimsiz bir zihinde bilinmezlik ve korku hissi yaratabilir. Zira eğitimli bir zihinde sonsuz potansiyellerin zenginliğini ve yaşamın sonsuz yaratım gücünü içinde barındırır. Geçiciliğin içindeki potansiyelleri yaşayabildiğimiz sonsuz olasılıklarda görüşme dileği ile.
Bu yazımda, eğitiminde anlatımlarından ilham aldığım Bora Ercan hocama teşekkürlerimi göndermek isterim. Sevgi ile kalın!