Golden Pavilion, Kyoto

Japonya; bir seyahat destinasyonundan ziyade uçaktan iner inmez dört bir tarafınızı aniden saran, her günün her dakikasını yeni bir keşif ve kültürel farklılıkla dolduran ve düz yolda yürürken bile sizi heyecanlandıracak güzelliklerle dolu bir deneyim aslında.

Eğer siz de bu muhteşem ülkeyi görmek için seyahat planları yapmaya çalışıyor fakat bilgi kirliliği içinde kayboluyorsanız ilk yapmanız gereken “Japan Rail Pass” adı verilen ve sınırsız şekilde tren yolculuğu yapmanızı sağlayan bir tren bileti almak.

Çünkü bu harika ada ülkesi, ülkemizin yarısı kadar bir yüz ölçüme sahip olmasına rağmen içinde görülmesi gereken birçok şehir barındırıyor. Japan Rail Pass turistler için düşünülmüş ve Japonya’da Bullet Train adı verilen, şehirler arası hızlı trenlerin de dahil olduğu kısa dönemli bir tren bileti abonmanlığı.

Sadece turistlerin tercih edebileceği bir seçenek olduğundan, yolculuğunuza başlamadan internet üzerinden adresinize sipariş veriyor, sonrasında şehirler arası seyahatler ve bazı metro hatlarında geçerli olan bu servisin tadını çıkartıyorsunuz. Fiyatı pahalı olsa da eğer birden fazla şehre gidecekseniz karşılığını fazlasıyla alabileceğiniz bir bilet.

Sonrasında yapılacak tek şey ise güzergah belirlemek. Biz önce Osaka’ya, ardından Kyoto ve Tokyo’ya giderek 9 güne 3 şehir, onlarca tapınak, kilolarca sushi ve yeşil çay ile bol bol atari oyunu sığdırmayı başardık!

Osaka

Çok düzenli, çok temiz ve enteresan bir şehir Osaka. Oldukça etkileyici 2 gün geçirdiğimiz bu şehir, Japonya’da ilk ayak bastığımız yer olduğundan mıdır, yoksa beklentimiz Kyoto ve Tokyo’ya nazaran daha düşük olduğundan mıdır bilinmez, bizi en çok etkileyen yerlerden biri Osaka oldu. Ayrıca Japonya’nın en gurme şehri olduğundan özellikle japon mutfağı sevenler için ideal bir uğrak noktası.

Ne göreyim?

Osaka’ya gitmenin en büyük sebebi aslında yemek yemek olmalı. Ancak gitmişken şehrin turistik noktalarını da görmeden olmaz.

Osaka Kalesi özellikle baharda kiraz çiçeği zamanı görülmeye değer. Dotonbori ise tercihen akşama doğru, sokak satıcılarından alacağınız yemekleri ayaküstü yedikten sonra, Japonya’nın meşhur atari salonlarında kendinizi kaybedebileceğiniz bir yer. Japon kültürünü tüm gariplikleriyle yüzünüze çarpacak olan bu mahallede aynı zamanda dev bir dönme dolap bulunuyor.

Şehrin merkezinde bulunan Umeda Sky Building ise şehri tepeden 360 derece görmek isteyenlerin veya modern mimariye ilgisi olanların muhakkak gitmesi gereken bir yer. Ayrıca ekstra 1-2 gününüz varsa bizim vakit sorunundan gidemediğimiz Universal Studios Osaka ve Osaka Akvaryumu’nu da planlarınıza ekleyin derim. 

Ne yiyeyim?

Zagin Soba’da Ramen ve Uncle Rikuro’s da sosyal medyada bolca gördüğümüz o kımıl kımıl ve tabanı olmayan cheesecake’lerden yemeniz şart.

Aynı zamanda Osaka’da bolca Michelin yıldızlı restoran bulunuyor. Yıldızlar sizi açmıyor veya bütçenizin dışına çıkıyorsa da sokak satıcılarında rahatlıkla bulabileceğiniz, Osaka’ya özgü bir yiyecek olan, ortası ahtapot dolgulu top şeklinde bir hamur çeşidi Takoyaki’nin veya Japonların pankek ile omleti kombine etmek suretiyle ortaya çıkarttıkları Okonomiyaki’lerinin tadına bakabilirsiniz.

Hazır buralara kadar gelmişken isterseniz hızlı trenle yarım saat uzaklıkta bulunan ve şu klasik müzik dinleyip masaj yapılan meşhur ineklerin şehri Kobe’de bir et ziyafeti çekebilirsiniz.

Kyoto

Osaka’dan yaklaşık 45 dakika süren bir tren yolculuğuyla Kyoto’ya geçilebiliyor. Trenden indiğinizde tam idrak edemeseniz de Kyoto adeta bir masal diyarına yolculuk vadediyor insana. Şehrin içinde akan minik nehirleri, doğası, 1600’den fazla budist tapınağı ve dünya üzerindeki en kibar insanları ile hiç beklemesem de bu seyahatin en sevdiğim noktası oluyor Kyoto.

Tam bir metropol insanı olmamdan mütevellit aslında Tokyo’nun favorim olmasını beklerken, bu şehrin içime yaydığı huzur, kafamı çevirdiğim her yerde her an karşıma çıkan garip detayların güzelliği ve son gün yaptığımız bisiklet gezisi ile aklım başımdan gidiyor.

Burada yaşamanın hayalini kuruyorum hemen. Gereğinden fazla özenli ve mükemmel olması önce sinirimi bozsa da imrenmekten ve Japonları takdir etmekten kendimi alamıyorum. İlk defa bir şehir, turist olarak tüm beklentilerimi karşılamakla kalmıyor, beklemeyi akıl edemeyeceğim mükemmellikteki düzeni ve güzelliği ile beni şaşırtıyor!

Ne göreyim?

Başta Fushimi-İnari ve Kinkaku-ji olmak üzere önünüze çıkan irili ufaklı her türlü tapınak içinize huzur yayacak. Özellikle bu tapınakların bahçeleri doğa aşıkları için görülmeye değer. Ayrıca Gion mahallesinde geisha avına çıkmayı unutmayın. Kyoto, geisha kültürünün doğduğu şehir olarak biliniyor.

Eğer şanslıysanız Gion sokaklarında gerçek geisha’lar görmeniz özellikle akşam saatlerinde mümkün. Fakat Kyoto’da Japonya’nın yerel kıyafeti olan Kimonoları kiralayıp sokaklarda kimono ile dolaşan turistler ile gerçek geisha’ları nasıl ayırt edersiniz bilemiyorum. Biz bir tane gördük ama görmemiş de olabiliriz.

Higashiyama District adı verilen ve eski siyah beyaz filmleri aratmayacak otantiklikteki mahallede turistik hediyelik eşya dükkanına, tahtadan evlere ve yokuşların sonunda karşınıza çıkan 2. el dükkanlarına göz atmadan da dönmemek lazım.

Son olarak bir gününüzü elektrik destekli bir bisiklet kiralayıp kendinizi dağlara tepelere vurarak ve Kyoto’nun dar sokaklarında kaybolarak geçirmenizi tavsiye ediyorum. Özellikle şehrin dışında kalan Bambu ormanları ile Altın Tapınağı görmek için en güzel alternatif bir bisiklet kiralamak.

Tabii öte yandan sokakların tatlılığı, temizliği ve çiçeklere boğulmuş ağaçlar ile dev bambuların büyüsüne kapılacak olmanız da günün bonusu olacaktır.

Ne yiyeyim?

Sushi

Japonya’ya kadar geldiyseniz ben sushi yemiyorum gibi bir cümle lütfen duymayalım. Burası, özellikle de Kyoto, adeta bir sushi cenneti. Yalnız ülkemizdeki gibi pişmiş balıklı alternatifler arıyorsanız özellikle konveyör bandı tarzı sushi restoranlarında oldukça zorlanacağınızı belirtmem lazım.

Japonya, dünyanın en çok ton balığı tüketen ülkesi ve çiğ somon ve ton balığı, tüm sushi restoranlarında en çok talep gören balık çeşitleri. Eğer varsa ön yargılarınızdan kurtulup özellikle “fatty bluefin tuna”lı bir çeşit sushi deneyin. Önündeki sırayı göze alıp Musashi Sushi’de mutlaka kendinize bir ziyafet çekin.

Kichi kichi omu rice

Bir Youtube videosunda denk gelip, bunu yemeden burdan dönmem dediğim, dünyanın yapması en zor omleti olarak bilinen Omu Rice; aslında az pişmiş bir omletin, tavuklu ve sebzeli bir pilav üstünde servis edilmiş haline deniyor. Ancak bu yemeği muhakkak restoranın eğlenceli şefinin elinden Kichi-kichi’de yemenizi tavsiye ediyorum. Nedenini merak edenler, linkten bahsettiğim videoya ulaşabilirler.

Matcha

Kyotoda her köşe başında göreceğiniz, yeşil çayın konsantre ve toz hali olan matcha’lı her çeşit tatlı ve dondurma, eğer yeşil çay seviyorsanız sizin de favoriniz olacak! Özellikle matcha’lı yumuşak kremamsı dondurmaları mutlaka deneyin. Dönerken sağlığına düşkün arkadaşlarınız için matcha çayı almayı da unutmayın!

Tokyo

Tokyo’da toplamda 3 gece kaldık fakat doya doya gezmek için bir 3 gün daha kalmak gerektiğini anlamamız uzun sürmedi. Japonya’nın başkenti Tokyo, tam anlamıyla gerçek bir metropol olsa da gökdelenler arasında kalan dev parkları ve yemyeşil bahçeleri ile bir kez daha ‘neden biz de böyle yapamıyoruz?’ sorusunu akıllara getirdi ve bizi kıskançlıkla karışık bir depresyona sürükledi.

Gidilecek o kadar çok yer vardı ki bir dahaki Tokyo gezimize görülecek çok şey bıraktık.

Japonya’da genelde oteller pahalı olsa da herhangi bir Avrupa ülkesinden pek de farklı değil aslında. -Son yıllarda Japon Yen’inin değer kaybedişinden sonra ha Madrid’e gitmişsiniz ha Tokyo’ya, bütçe açısından pek de bir fark yok diyebilirim.-

Biz ulaşım kolaylığını göz önünde bulundurarak Shinjuku bölgesinde 3 yıldızlı bir otelde kaldık. İyi tarafı, Japonya’da oteller temiz. Hatta fazla temiz! Ucuz otellerde bile gönül rahatlığı ile kalınabilir. Fakat şehirler büyüdükçe odaların küçüldüğünü de hatırlatmakta fayda var. Shinjuku aslında tam da istediğimiz gibi her şeyin merkezinde olsa da inanılmaz kalabalık ve turistik olduğundan bizim icin zaman zaman, özellikle Ağustos sıcağından ötürü bunaltıcı oldu.

Ne göreyim?

İş çıkışı saatlerinde Shibuya Crossing adındaki dünyanın en kalabalık yaya geçidini, Ginza’daki lüks caddeleri ve Ginza Six alışveriş merkezini, Shinjuku Gyoen Ulusal parkını ve Shenso-ji Tapınağı’nı, sabahın erken saatlerinde Tsukuji Balık Pazarı’nı, dünyanının en yüksek gökdeleni olan 634 metre yüksekliğindeki Tokyo Skytower ve Paris’teki Eifel Kulesi’nin birebir aynısı olan Tokyo Tower’ı, Akihabara’daki manga ve popüler anime dükkanlarını, Harajuku’daki sevimli eşyalar satan Kawaii dükkanlarını, enteresan kostümlü Cosplayer’ları ve içinde çeşitli hayvaları sevmenize müsade edilen konsept hayvan kafeleri muhakkak görmelisiniz.

Ayrıca vakit yaratabilirseniz Disneyland Tokyo’da oldukça eğlenceli zamanlar geçirmeniz garanti!

Ne yiyeyim?

Yemeğinizin sevimli karakterler şeklinde, hizmetçi kostümlü Japon kızlar tarafından size sunulduğu “Maid Cafe”ler bir kereliğine denenebilir. Ayrıca Tokyo’da değişik bütçelere uygun oldukça kaliteli Japon Barbeküsü yemeniz mümkün. Özellikle kendin pişir kendin ye tarzı bu barbekülerde Kobe Beef yemeden seyahatinizi bitirmemelisiniz.

Tokyo’da sabahın erken saatlerinde Tsukiji Balık Pazarı’nda meşhur ton balığı açık arttırmasını izlemeye gitmek ve üzerine sushi ile kahvaltı yapmak oldukça popüler bir aktivite. Oraya gitmişken Sushizanmaide önünüzde dönen bantın üzerinden seçeceğiniz sushiler ile kahvaltınızı yapabilir, etraftaki değişik meyve, sebze ve her türlü mutfak malzemesi satan dükkanlara bakarak vakit geçirebilirsiniz. Canınız tatlı birşeyler istediğinde ise sokak satıcılarından içi tatlı kırmızı fasulye püresi dolu bir çeşit waffle olan bir Taiyaki alıp tatlı isteğinizi bastırabilirsiniz.

Daha önce de dediğim gibi, bu ülkeyi anlatmak, onun için betimleyici kelimeler bulmak oldukça zor. Japonya misafirperver, biraz deli dolu, çok sevimli, inanılmaz temiz ve sürprizlerle dolu bir arkadaş gibi artık benim için. Çok uzakta olsa da, onu tanıdığıma mutlu olduğum ve ne zaman gitsem beni kolları açık bekleyeceğine emin olduğum bir arkadaş….

Tekrar görüşeceğiz, o zamana kadar sağlıcakla kal Japonya!

İlginizi çekebilir!



Ceren Köşker Çizmecioğlu

1985 yılında Kırşehir'de doğan Ceren, ODTÜ ve SUNY Binghamton Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler çift diploma programından 2008 yılında mezun oldu. Mezun olduktan sonra, uzun yıllar Türk Hava Yollarında Pazarlama Uzmanı olarak, yurtiçinde ve yurtdışında çalıştı. 2015 yılında işine ara vererek radikal bir karar ile Arjantin'e taşındı ve Buenos Aires...



BLOOM SHOP