YAZAN: BURCU ERBAŞ

Uzun yaşam çalışmalarının temelinde sağlıklı yaşam süresini uzatmak yatıyor. Bu sadece var olan rahatsızlıkların iyileştirilmesi ile değil, herhangi bir hastalığın oluşmadan önlenmesi ve optimal iyi olma halinin yükseltilmesi anlamına geliyor. Kısaca bu çalışmalar, hastalığın olmaması durumunu değil; enerjinin, fiziksel ve zihinsel kapasitenin maksimum seviyede olduğu hali hedefliyor. Bu nedenle yapılan birçok araştırma sağlığın en iyi olduğu zamana yani gençliğe ve hatta bebekliğe odaklanıyor. Hedefine de kronolojik olarak yaş alırken biyolojik olarak gençleşmeyi alıyor. Bu alanda önemli eserlere sahip yaşam koçu Tony Robbins ve girişimci Peter Diamandis ile The Doctor’s Pharmacy podcastinde sohbet eden Fonksiyonel Tıp Doktoru Mark Hyman, en güncel uzun yaşam çalışmalarına vurgu yaparken her birimize rahatlıkla uygulayabileceğiz yaşlanmayı tersine çeviren bir yaşam stilinin reçetesini veriyor.


Yaşlanmayı yeniden tanımlamak

Günümüzde yaşlanma olarak tanımladığımız “sağlıktan düşmenin” normal bir biyolojik süreç olarak kabul edilmemesi ilk ve en önemli adımı oluşturuyor. Tarih boyunca insanların yaşamlarını şekillendiren gıdaya ulaşım zorluğu biyolojik evrime de yansıyor. İnsanlar gıda kıtlığının bir sonucu olarak çok uzun yaşamamaya başlıyor çünkü soyun devam etmesi için yaşlıların değil bebeklerin beslenmesi gerekiyor. Bize göre çok uzak, evrimsel olarak çok yakın bir tarihte en uzun yaşayan insanın 40 yaşında olması, 80-90 yaşlarına kadar yaşadığımız bu dönemi tarihte benzeri görülmemiş kılıyor. İleri yaşlara vardığımızda gençlikte olduğu gibi yaşayabilmemiz çok zorlaşıyor hatta imkansızlaşıyor. Daha önceden hiç bilinmeyen, çünkü hiç bir zaman görülmemiş, ileri yaş hastalıklar; Alzheimer’s, demans, kalp problemlerine çok sık rastlanmaya başlanıyor. Çünkü biyolojik evrimimizin bir sonucu olarak hala hiçbirimizin genetik kodu çok uzun yaşayabilmesi için dağıtılmıyor.

Buna karşın modern yaşamda sahip olduğumuz en büyük şansımız, doğduğumuz günden öleceğimiz güne kadar aynı kalan genetik kodumuzun kendini nasıl göstereceğini yani epigenetiğini etkileyebileceğimiz araçları keşfetmiş olmamızda yatıyor. Epigenetik çalışmaları çevresel etmenlerin gen dizilimini nasıl etkilediğini; hangi geni kapatıp, hangi geni açtığını araştırarak bizlere yaşamlarımızın ne yönde ilerleyeceğini kontrol edebilme şansını tanıyor. Genetiğimiz üzerinde hiç bir kontrolümüz yokken epigenetiğimizi çevresel etmenler aracılığıyla etkileyebilir hale geliyoruz.


Genetik bir piyano ise epigenetik o piyanoyu çalan piyanisttir.


Longevity escape velocity isimli tıbbi bir teze göre, bilimin ilerleme hızı ile yaşam süresi doğru orantıda ilerliyor. Şu anda her yaşadığımız yıl için yaşam ömrümüze 3 ay daha ekleniyor. Bu süre, her geçen sene ile giderek daha uzuyor. Tezin gelecek tahmini ise tam burada başlıyor. Gelişmekte olan bilim sayesinde bir gün, insan ömrüne 1 seneden daha çok ekleyebileceği kabul ediliyor. Yani her yaşadığımız sene için ömrümüze 1 seneden fazla eklenecek noktaya erişiyoruz. Uzun yaşam çalışmalarında bu eşiğe ölümsüzlük olarak bakılıyor. Bu noktaya ulaşmamız için kaç sene geçmesi gerektiği ise bilimsel gelişmelere bakılarak tahmin edilebiliyor. Dünyaca ünlü genetik profesörü Dr. George Church 15 sene içerisinde bu eşiğe ulaşacağımızı söylüyor!

Yaşlanmayı da başlı başına bir hastalık olarak kabul eden uzun yaşam çalışmaları ona bir biyolojik bir süreç olarak değil, epigenetik süreç olarak bakıyor. Yani bebek halimizle şu andaki halimiz arasında genetik olarak hiç bir fark yokken yaşımız ilerledikçe farklı görünüp farklı hissetmemiz bazı genlerimizin de-aktive olup bazısının ise olmamasından kaynaklanıyor. Yaşlanma en basit halinde gen gösterimi ise araştırmacılar dışarıdan yaşlanmayı kontrol etmenin yani gençlik genlerini aktive edip yaşlılık genlerini kapatmanın bir yolunun olduğunu söylüyor.

Uzun yaşam çalışmalarındaki son gelişmeler

David Sinclair’in başını çektiği epigenetik çalışmalarındaki ana tez, yaşlanmanın gen gösterimlerinin değişmesi ile tersine dönebileceğini savunuyor. Yakın bir zamanda da bu tezin doğru olduğunu kanıtlayan Dr. Sinclair, yaşlanma sebebi ile körleşen bir farenin görme yetisini geri getiriyor. Bundan daha da inanılmazı ise tekrardan görebilmesinin yanı sıra farenin biyolojik olarak daha genç olmasında yatıyor. Yaşlı fare genç olduğu halinden daha sağlıklı, çevik ve enerjik hale geliyor!

Sinclair’in bu çığır açıcı başarısının arka penceresinde bilim insanı Yamanaka ve yaptığı kök hücre çalışmaları yatıyor. Genlerimiz açılıp kapanabiliyor, enflamasyonu etkileyebiliyor ve hücre seviyesinde enerji üreten mitokondrinin işlevini yönetebiliyor. Yaş aldıkça bedende biriken radyasyon, çevresel toksinler DNA’nın üzerine yük bindiriyor. DNA’nın üzerindeki bu yükü hafifletmek için çalışan kök hücrelerin sayısı da 40’lı yaşlarda düşmeye başlıyor. Bu kök hücrelerin enerji kaynağı NAC+ aminoasidi 50’li yaşlarda düşüyor. DNA’nın yükü artarken temizlemesini sağlayacak unsurlar giderek azalıyor. Bu da DNA’nın enflamasyonu kontrol altında tutamamasına ve mitokondrileri harekete geçirememesine neden oluyor. Yani yaşla beraber kronik hastalıklar artıyor, enerji seviyeleri düşüyor.

Uzun ve sağlıklı yaşamın temelleri

Uzun ve sağlıklı yaşamın temelinde ileri yaşta görülen bu kısır döngüyü başlamadan durdurmak yatıyor. Bunun yolu da vücudu hastalıklardan korumak değil kendi kendini yenilemesini, iyileştirmesini ve optimize etmesini sağlayan gerekli araçları kullanmaktan geçiyor. 

4 temelde yaşlanmayı tersine çeviren yaşam stili

Uzmanlara göre epigenetiği optimize eden bir yaşam sürmek için en yeni teknolojileri ve tedavi yöntemlerini kullanmaya, milyonlarca para harcamaya gerek yok. Biohacking olarak da bilinen sağlığı optimize edecek bu pratikleri uygulamak uzun ve sağlıklı bir yaşam için kısayol oluşturuyor.

Uyku

Beyin ve dolayısıyla tüm vücut her gün 8 saat kaliteli uykuya ihtiyaç duyuyor. 1.6 milyar insan üzerinde yapılmış bir büyük bir araştırmada az uyuyan bir insan grubunun 1 saat daha fazla uyuması kalp krizi geçirme riskini yüzde 20 oranında azaltıyor. Aynı düşüş araba kazasında ölme risklerini de düşürüyor.

Beslenme

Şeker, uzun yaşama giden genlerin kapanmasına neden olan en büyük toksin olarak görülüyor. İnsan vücudunun tarihsel ve evrimsel olarak hiç bir zaman tüketmediği ve tüketmemesi gerektiği şeker; enflamasyonu arttırıyor, hastalıklara zemin hazırlıyor ve kaçınılamaz şekilde yaşlanma sürecini hızlandırıyor.

Şekerin beslenmeden çıkarılmasına önem verildiği kadar diyetin işlenmemiş, gerçek gıdalardan oluşan bitki ağırlıklı bir diyet olduğuna ve her gün en az 2 litre su içildiğine dikkat edilmesi gerekiyor.

Aynı zamanda vücudu bir süre aç bırakmak yani aralıklı oruç gibi zaman kısıtlamalı bir beslenme modeli yürütmek de vücudun sindirim için harcadığı değerli enerjiyi kendi kendini iyileştirebilmesi ve yenileyebilmesi için harcamasına zemin yaratıyor.

Egzersiz

Yürümek kadar basit bir egzersiz bile düzenli olarak yapıldığında kaliteli yaşam süresini uzatabiliyor. Her gün 1 saat yürümenin kalp krizi riskini yüzde 48 oranında düşürdüğü görülüyor. Aynı zamanda bedendeki kas kütlesinin en az tansiyon kadar yaşam süresini etkilediği de biliniyor.

Düşünce yapısı

Bilinçli veya bilinçsizce hepimiz ölmeye ya da yaşamaya niyet edebiliriz. Bu nedenle uzun ve sağlıklı bir yaşamın ilk adımı o hayatı gerçekten de yaşama isteği olmalı. Yaşlanan insanların emekli olmak istemeleri, daha sedanter bir hayat tarzına geçmeleri kronik olarak ağrı, acı veya yorgunluk yaşamalarından kaynaklanıyor. Bu unsurların kaldırılması ile elde edilen 30 sene kişinin yeniden enerjik, mutlu, aktif ve üretken olmasını sağlıyor.


Gelecek vizyonuzun geçmişinizde daha büyük ve daha iyi olduğundan emin olmalısınız.


Zihni uzun yaşayacağına inandırmak tıpkı placebo efekti gibi işliyor. Zihin gerçekten inanırsa sulu çözeltilere morfin gibi tepki verebiliyor. Yapmacık ameliyatlara gerçek ameliyatlara oranla daha iyi şekilde cevap vererek bedeni iyileştirebiliyor. Bu nedenle diğer tüm unsurların yanı sıra zihni anksiyete, korku gibi en baş ölüm risklerinden uzak tutmak, yerine de umudu koymak gerekiyor.

Duyguların yönetimi de her gün bilinçsizce yaptığımız bazı kararları bilinçle yapmamızla başarılabiliyor. Odaklandığımız ne ise o direkt olarak duygularımızı etkiliyor.

  • Neye sahip olduğumuza mı eksikliklerimize mi odaklanıyoruz?
  • Geçmişe mi, şimdiye mi, geleceğe mi odaklanıyoruz?
  • Kontrol edebildiklerimize mi, kontrol edemeyeceklerimize mi odaklanıyoruz?

Neye odaklanmak istediğimizi bilinçle seçmek gerçekliğimizi şekillendirmemize olanak tanıyor. Daha sonra sıra bu seçimlerimizin arkasına birer neden koymak duygulara anlam, aksiyonlarımıza da sağlam bir zemin oluşturuyor. Bir başka deyişe hayata anlam ve amaç yüklemek, geçmişe, kontrol edemediklerimize, eksikliklerimize odaklanmak yerine şimdiye, geleceğe ve sahip olduklarımıza odaklanmak gerçekliğimizi, zihniyetimizi ve hayat süremizi değiştiriyor.

Canlılık eczanesi: Takviyeler uzun yaşama katkıda bulunuyor mu?

Yaşlanmayı tersine çeviren yaşam stiline bir ek de 40’lar ve 50’lili yaşlarda DNA yükü artışı ve detoksifikasyon mekanizması zayıflaması kısır döngüsüne giren kişiler için geliyor. Kök hücrelerin yakıtı olarak bilinen NAC+ aminoasidi özellikle 50’li yaşlarda çok düşüyor. Dışarıdan alınan NMN ve NR takviyeleri vücudun doğal NAC+ sentezini destekliyor. Kısır döngüyü kırmaya çalışıyor.

Buna ek olarak giderek ünlenen, birçok probleme; kilo kontrolü, bağışıklık güçlendirme, libido desteği gibi cevap verebilen farklı formlara sahip peptitler de yaşam kalitesini arttırmak için takviyelendirilebiliyor.



Burcu Erbaş

Burcu Erbaş, 2024 yılında Domus Academy Milano'da Visual Brand Design alanında yüksek lisansını, 2020 yılında ise Galatasaray Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi lisansını tamamladı. Live to Bloom'da dört yıldır içerik ve proje yöneticisi olarak görev yapan Burcu platformun görsel iletişiminde de aktif olarak rol alıyor. İyi yaşam alanında yazdığı içeriklerinde özellikle bütünsel...



BLOOM SHOP