Kafein ya da kahve üzerinde yapılan birçok araştırma şu yargı üzerinde hem fikir: Kahve tüketimi sağlığımızı iyi ya da kötü bir şekilde etkiliyor. Peki, bu etki hücresel sağlığımızı da kapsıyor mu? Kahvenin genlerimiz üzerinde de etkili olduğunu hatta işleyişlerini değiştirebileceğini hiç duydunuz mu? Kafein genetiğimizi nasıl etkiliyor, sizin için araştırdık.
Kahvenin sağlık üzerindeki etkileri
Kahve günlük yaşamımızda geniş bir role sahip; sosyalleşmek için bir araç olarak kullanılıyor. Tarih boyunca karşılaştığı çeşitli yasaklar ve inanışlara rağmen kendisini “kahve kültürü” veya “kahve içme alışkanlığı” içerisinde, tüm dünyada yaygın halde buluyor. Kahvenin kültürel ve sosyal öneminin yanı sıra son yıllarda sağlıkla ilgili araştırmalara da sıklıkla konu olmaya başladı. Sonucunda da kahvenin çeşidi, işlenmesi ve tüketim sıklığının sağlığımız üzerinde kesinlikle bir etkisi olduğu keşfedildi.
Örneğin; binden fazla bileşenden oluşmasına rağmen, kahvenin en çok tanınan bileşeni olan kafein birçok hastalık ile ilişkilendiriliyor. Bununla beraber günlük 400 mg kafein alımının; yaklaşık 4 fincan kahvenin insan sağlığı üzerinde herhangi bir zararının olmadığı belirtiliyor.
Yine aynı araştırmada ‘Günlük kahve tüketimi için güvenli bir limit var mı?’ sorusuna cevap olarak ise günlük 50-200 mg kahve tüketiminin enerjiyi, iyi olma halini, rahat hissetme durumunu arttırdığı, pozitif bir ruh hali sağlayıp hafızayı geliştirdiği şeklinde cevap veriliyor. Fakat, günlük 400 mg’ı aşan kahve tüketiminin anksiyete, sinirlilik, uykusuzluk ve kalp çarpıntısı gibi negatif etkilere yol açtığı da ayrıca belirtiliyor.
Dünyada her yıl kişi başı 250 g kahve tüketiliyor. Bölgesel olarak baktığımızda ise, Avrupada bir kişi yıllık 5-6 kg kahve tüketirken bu miktar İskandinav ülkelerinde yıllık 11-12 kg’a kadar çıkıyor. Yıllık hazır kahve tüketimi Türkiye’de 10-12 fincan, Avrupa’da 175-200 fincan; filtre kahve tüketimi ise Türkiye’de kişi başı 1 fincan, Avrupa ülkelerinde ise kişi başı 560-600 fincan şeklinde dağılıyor.
Kahve genleri nasıl etkiliyor?
DNA’larımızın üzerinde yer alan küçük segmentler gen olarak adlandırılıyor ve bu genler sorumlu oldukları proteinlerin kodlanmasını ve bu proteinlerin vücuttaki fonskiyonlarını yerine getirmesini sağlıyor. Genler, canlının iç faktörleri olan hormon ve metabolizmanın yanı sıra yaşadığımız çevre, kimyasallar, kullandığımız ilaçlar, ışık, sıcaklık ve yeme alışkanlıklarımız gibi dış faktörlerin de etkisi altında şekilleniyor.
İngiltere’de yapılan bir araştırmada yüksek miktarda kafein tüketiminin daha küçük DNA’ların sentezlenmesine neden olduğu görülüyor. Yapılan bu çalışmada, DNA’larda herhangi bir hasara rastlanmıyor fakat DNA’ların normal şartlardakinden daha küçük olduğu saptanıyor. DNA’daki bu küçülme için ise şöyle bir model sunuluyor: “Kafein DNA’ya bağlanarak bu kısımlarda sentezin sonlanmasını ve başka bir kısımda tekrar başlamasını sağlıyor olabilir.”
Amerika’da yapılan başka bir çalışmada ise yüksek miktarlardaki kafeinin radyasyon ve diğer kimyasalların toksik etkilerini arttırarak DNA hasarlarına neden olduğu görülüyor. Kafeinin bu etkiyi, hücredeki DNA hasarı kontrol noktalarının işlevini bozarak yaptığına inanılıyor. Nature’da yayınlanan bu araştırmada kafein yüzünden radyasyona daha hassas hale gelen DNA’da hasar kontrolünün kimi zaman yapılamadığı ve artmış hücre ölümleri de görülüyor.
Kafeinin epigenetikte oynadığı rol
Öte yandan, Amerika’da yapılan geniş çaplı bir araştırmada aşırıya kaçmayan kahve ve çay tüketiminin diyabet ve karaciğer hastalığı riskini azalttığı tespit ediliyor. 15 binden fazla insanın katıldığı araştırmada kahve tüketiminin epigenetik üzerinde etkisinin olup olmayacağı inceleniyor.
Epigenetik, DNA’nın orjinal yapısında bir değişiklik olmaksızın bu genetik yapının çeşitli kimyasal moleküller ile modifikasyonu şeklinde tanımlanabiliyor. Çeşitli faktörler, bu kimyasal moleküllerin DNA üzerine bağlanmasını ve DNA’nın kimi bölmelerinin aktifleşirken kimi kısımlarının inaktif şekilde kalmasını sağlayabiliyor. Bu da genlerin ifadesini değiştirebiliyor. Bugüne kadar en çok çalışılmış epigenetik mekanizma DNA metilasyonu olarak biliniyor. Bu araştırmada da kahve tüketimi ile DNA metilasyonu arasında önemli bir ilişki olduğu vurgulanıyor. Yüksek kahve tüketiminin düşük DNA metilasyonuna neden olduğu görülüyor. Kahvenin metilasyona etkisi zincirsel olarak inflamasyon, kanser ve kalp-metabolizma hastalıklarını da etkiliyor. Fakat kahvenin metilasyon mekanizmasını değiştirmesinin etkilerinin iyi ya da kötü ne yönde olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğu ifade ediliyor.
İsveç’te yapılan başka bir çalışmada ise enerji ve glukoz metabolizmasında görev alan genlerde yaşanan DNA metilasyonundaki değişimler, metabolik rahatsızlıklara yatkınlığı arttırabileceği yönünde ilerliyor.
Son derece gelişmiş ve organize yapısıyla DNA, içeriğindeki bilgiye göre vücudumuzu kontrol ederken kahve gibi oldukça küçük ve masum görünen dış faktörler sonucunda çeşitli değişimlere uğrayabiliyor. Kahve tüketiminin DNA ve genlerimizi bu şekilde değiştirebiliyor olması, kahvenin sağlığımız üzerinde düşündüğümüzden çok daha güçlü bir etkisi olduğunu açıkça gösteriyor.