Türkçemizde çok güzel bir deyiş var “İçime doğdu!”. Olur ya, bazen biri ya da bir şey hakkında hemen bir fikir ediniriz. Böylesi daha doğru ya da bu kişiye sakın güvenme! Nasıl gelir bu bilgi? Sezgi vasıtasıyla. Peki gerçekten sezgi nedir, nereden gelir, nasıl işler, ne gibi bir mekanizmanın sonucudur?
Sezgi nedir?
Sezme yeteneği ya da feraset, insiyak nedir? Herhangi bir şeyin deneyime ya da akla vurmadan doğrudan doğruya kavranması. Bilinçli akıl yürütme olmaksızın bir şeyi anında anlama veya bilme yeteneği. Başka bir deyişle sezgi; bilinçli, mantıklı, rasyonel bir düşünce olmaksızın bilgiyi almakla ilgilidir. Bir dizi düşünülmüş adımın sonucu değildir. Kısaca mantığa dayalı değildir.
Bilim ve sezginin ilişkisi
Sinirbilim araştırmalarına göre beynimiz, bizi hayatta tutma çabasının bir sonucu olarak duyularımıza gelen yeni bilgi ve deneyimleri depolanmış geçmiş bilgi ve deneyimlerle sürekli olarak karşılaştırmaya ve bir sonraki adım hakkında tahmin yürütmeye programlıdır.
Bilim insanları sezgiyi şu şekilde açıklıyor: Beynin bilinçaltı düzeyinde ve otomatik olarak yapılan mevcut ve geçmiş kayıtların karşılaştırmasında önemli bir eşleşme veya uyumsuzluk yakaladığı ancak bunun henüz bilinçli farkındalığa ulaşmadığı durumlarda ortaya çıkıyor. Yani bilinç dışının fark ettiği ancak bilinçli zihnin bunun ne olduğunu henüz bilmediği anlarda yaşanıyor.
UCLA Psikiyatri Bölümü Yardımcı Klinik Profesörü ve konuya dair eserler kaleme almış olan Judith Orloff, sezgi mekanizmasının beynimizin sağ lobu, hipokampüs ve bağırsaklarımızla ilgili olduğuna inandığını ifade ediyor. Ancak sezgi konusunda kadınlar ve erkekler arasında farklılık olduğunun da altını çiziyor. Bunun nedeni, sol ve sağ beyin loblarımızı birbirine bağlayan ve beyaz madde olarak ifade edilen corpus callosum’un kadınlarda erkeklere nazaran daha kalın olması!
Corpus’un kadar konuş
Kalın korpus kallozum, Orloff’un ifadesiyle, kadınlara süper güç kazandıran bir durum. Çünkü bu kalınlık kadınlarda her iki loba birden daha hızlı erişme yeteneği kazandırırken, sol yarım kürenin hakimiyetinde olan mantıklı karar verme sürecine, sağ yarım kürenin hakimiyetinde olan duygu ve içgüdüleri de katma imkânı tanıyor. Bu nedenle kadınların sezgisel karar verme yeteneğinin erkeklere nazaran daha güçlü olduğunu ifade ediyor.
Kadınlar psikolojik olarak duygularıyla daha fazla temas halindedir. Erkekler daha ince bir korpus kallozuma sahip olduklarından, sezgiden mantığa daha az hareket etme eğilimlidirler.
Judith Orloff
Psikoloji profesörü Joel Pearson ve ekibinin araştırmalarında karar verme sürecinde sezginin payını ölçmek için bilinçli farkındalıklarının dışında yavru köpek ya da bebek gibi duygusal görüntülere maruz kalan katılımcıların, görüntülerden gelen bilgileri daha güvenli ve doğru kararlar vermek için kullanabildiklerini kanıtlamış.
Pearson araştırmanın rehberlik sağlamak, daha hızlı ve iyi kararlar almak ve verdiğimiz kararlardan daha emin olmak için vücudumuzdaki veya beynimizdeki sezgi denen bilinçsiz bilgileri kullanabileceğimizi gösterdiğini ifade ediyor. Öte yandan, sezgi sadece bununla sınırlı değil, alandan bilgi almayı da kapsıyor.
Kuantum alan ve sezgi
Hani bazen başımıza gelir ya, birini düşünürüz ve iki dakika sonra o kişi arar. Ya da bir şarkı mırıldanırız ve radyoyu açtığımızda tam da o şarkı başlar! Halk arasında tesadüf denen bu şey aslında “alandan bilgi almak” anlamına geliyor.
Bahsi geçen alan; aslında kuantum alan ya da ortak alandır. Uzay ve zamanın ötesinde var olan ve klasik mekanikten kuantum mekaniğine kadar tüm doğa yasalarını yöneten görünmez bir enerji ve bilgi alanıdır. Bu ifade bana değil, aslen kayropraktik doktoru olan ve uzun yıllardır kuantum alan çalışmaları yürüten, Plasebo Sensin, Doğaüstü Olmak ve Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak gibi önemli eserlerin yazarı Joe Dispenza’ya ait.
Dispenza’ya göre evrendeki her madde bilgi yaydığından ve bedenlerimiz de maddeden oluştuğundan, radyo dalgaları gibi sürekli olarak bilgi taşıyan farklı frekanslar yayarız. Dolayısıyla sezgi de ortak alandan beynimize gelen bilgi yüklemesi olarak ifade edilebilir.
Düşünmeyi ve analiz etmeyi bıraktığımızda ve transa geçtiğimizde, diğer bilgi türlerinin sinir sistemimize girmesine izin veririz.
Joe Dispenza
Hayata aynı tencereden bakmak!
Hocalarımdan Gülcan Arpacıoğlu ortak alanı mantı suyu olarak açıklıyor. İlk duyduğum andan itibaren tebessüm etmeme sebep olan bu benzetme neden bir o kadar mantı’klı anlatayım.
İnsanoğlu olarak her birimizi mantı olarak düşünün. Yani mantının hamuru bedenimiz. İçindeki kıyma da beyin, zihin, bilincimiz. Ancak insanlar olarak hepimiz aynı evrende bulunduğumuza göre aslında hepimizi aynı tenceredeymişiz gibi düşünmek yanlış olmaz. Nasıl ki mantı pişerken o kıymanın özü suya karışıyor ve diğer tüm mantılarla birbirlerine nüfus ediyorlarsa, aynı şekilde bizler de ortak alan içinde birbirimize bağlanıyor ve etkiliyoruz. Yani, hepimiz aynı tenceredeyiz!
Dolayısıyla Dispenza’nın ifade ettiği gibi ortak alanda zaten birbirimizle bağlantı halindeyken, sezgi olarak ifade ettiğimiz çeşitli yöntemlerle bilgi alıyor olmamız da hiç şaşırtıcı değil.
Biz ve sezgilerimiz
Sözün özü, sezgisel olmak aslen hamurumuzda var. Ancak bireysel çalışmalarım ve eğitimlerimden de fark ettiğim bir gerçek, kimi insanların sezgileriyle bağlantı kurma konusunda endişe duymaları oluyor.
Özellikle frekanslara dair önemli eserleri olan Frederick Dodson’ın bu konuya dair paylaşmak istediğim ifadeleri var. Dodson, doğal bir yetenek olarak adlandırdığı sezgilerimizi kullanmakla kullanmamak arasındaki tek sınırın kendimize ne söylediğimiz olduğunu ifade ediyor. Bilinçaltımıza sürekli “Sezgilerim zayıf.” ya da “Sezgilerimle bağlantıya geçemiyorum.” gibi gizli telkinler veriyorsak zaten bunu gerçekleştirmenin önüne ket vuruyoruz.
Dodson aynı zamanda sezgilerle bağlantı kuramamanın yanlış bir ifade olduğunu da vurguluyor. Sezgilerimizle zaten doğuştan bağlantıda olduğumuz için onlara bağlanamadığını ifade etmenin halihazırda Wifi’a bağlı bir cihazı tekrar tekrar internete bağlamaya çalışmaya benzetiyor.
Sezgilerimizi dinlemeyi nasıl bıraktık?
Sezgilerimizden aslında hiç kopmadık. Onlar hep vardı, hep bizimleydi. Onları sadece unuttuk. Nasıl mı? Burada, özellikle bizim toplumumuzda üst seviyelere varan çocuk-ebeveyn ilişkisindeki törpülemeden bahsetmek istiyorum.
Hadi kendi çocukluğumuzu düşünelim. Hangimizin annesi, anneannesi, babası, yemek yerken doyduğumuz halde: “Aaa çok az yedin, biraz daha ye!” diyerek kaşığı ağzımıza tıkmadı? Anne-babalarımız biz aksini iddia etmemize rağmen bizim ne zaman doyduğumuza, ne kadar uyuyacağımıza, ne zaman kalkacağımıza, sıkılıp sıkılmadığımıza, oynamaya devam edip etmeyeceğimize karar vermedi mi?
Daha çocuk yaşta kendi iç sesimizin bize söylediklerini dinlememeyi, çünkü annemizin-babamızın kendi iç sesimizden daha doğrusunu bildiklerinden emin olduklarını öğrendik. Çocuk yaşta başlayan bu törpülenme ilerleyen yıllarda önemli bir karar anında içimize doğan o hissi görmezden gelmeyi, dinlememeyi beraberinde getirdi.
Yetişkin çağa vardığımızda o sesin gittikçe kısılmış olduğunu fark ettik. Aynı hataları tekrar yaparken “Aslında içimden bir ses aksini yapmamı söylüyordu ama…” dediğimiz anlar yaşadık. Yine de hiçbir şey için geç değil! Çünkü sezgilerimiz orada, sadece onlara kulak asmamızı bekliyor.
Sezgilerimizin sesini nasıl açarız?
1. Farkındalığınızı geliştirin
Öncelikle, dikkatinizi verin ve farkındalık içinde olun. Herhangi bir fikir, düşünce, yargı içinde olmadan. Eğer zihninizde düşünce bulutları ve yargılamadan uzak ve farkındalığın içinde olursanız, giderek sezgisel hale gelirsiniz. Daha fazla hissetmek için daha az düşünün.
2. Hislerinize dikkat edin
Hislerinize dikkat edin. Zaman zaman durup kendinizi dinlemek an’a dönmeyi sağlar. Çünkü otomatik pilottayken; stresli, endişeli ya da telaş içindeyken sezgilerinizi işitme fırsatınız olmaz. Kendinize ve duygularınıza ne kadar dikkat ederseniz, sezgilerinizi fark etmek o kadar kolay olur.
İçinize doğan hisleri kaydedin. Onları takip etme ya da etmeme kararından bağımsız olarak ileriki zamanlarda yaşananlarla hislerinizin ne söylediğini karşılaştırmanız daha kolay olur.
3. Rüyalarınıza danışın
Rüyalarınıza dikkat edin. Analitik zihin aktif haldeyken sezginin kaynağı olan bilinçaltını baypas edebilir. Fakat uyuduğumuzda analitik zihin rölantiye geçer ve bilinçaltı rüyalarda sizinle konuşabilir.
4. Hareket edin
Bol bol hareket edin. Hareket, zihnimizdeki düşünce bulutlarını dağıtır. Bizi an’a odaklar. Fakat daha önemlisi bedenimizde esnek olmamızı sağlar. Bedenimizde ne kadar esnek olursak algılarımız da o denli esnek olur ve sezgilerimizi işitmeye o denli yakın oluruz. Ayrıca tekrarlayan hareketler analitik zihni sakinleştirir ve sezgilerin yüzeye çıkmasına imkân tanır.
5. Meditasyon yapın
Tabi ki meditasyon yapın. Sessizlik içinde zaman geçirmek, hiçbir şey düşünmeden, yapmadan sadece oturmak, sezgilerimizi işitmemize yardımcı olur. Beraberinde nefes çalışmaları da yapabilirsiniz. Nefes enerjimizi dengelemek için harika bir araçtır. Böylece içimizden gelenlere yolu açmış olur.
6. Bedeninizi dinleyin
Bedeninize danışın. Zihin yalan söyler ancak beden yalnızca verilen emri uygular. Bilinçaltının uzantısı olan bedenlerimiz, bilinçli zihnimizin henüz farkında olmadığı şeyleri bilir. Somatik farkındalık için bedeninizin tepkilerini dinleyin. Bir konuyu düşünürken bedeninizde farklı bir his beliriyor mu, takipte olun. Öte yandan, kas testlerinde çıkan dengesizlikler bedeninizin çağrılarını gözler önüne serer.
7. Detoksa girin
Tüm zihinsel, ruhsal, duygusal yüklerinizden kurtulun. Evinizden gitmesi gereken eşyaları atın. Çevrenizden uzaklaşmanız gereken kişilerden uzaklaşın. Olumsuz deneyimlerin enerjilerini serbest bırakın. Baştan aşağı temizlenerek sezgileriniz için alan açın.
8. Değerlerinize göre yaşayın
Gerçeğinizle hizalanın. Özünüze ters düşen şeyler yapmayın. Değerlerinize sahip çıkın. Var olduğunuz noktada var olduğunuz bedende ruhen, zihnen, manen ne kadar iyi hissederseniz sezgilerinizi o kadar net işitmeye başlarsınız.