
GÖRSEL TASARIM: BURCU ERBAŞ
Bütünsel sağlığa bakışın derinleşmesi ve iyi yaşamın yalnızca bireysel değil, zihinsel, sosyal ve çevresel bir denge alanı olarak ele alınması wellness sektörünün dönüşümünü hızlandırıyor! 2026 yılında wellness sektörünün artık geçici trendlerden ziyade; bilimsel veriler, kişiselleştirilmiş yaklaşımlar ve sürdürülebilir yaşam pratikleriyle şekillenen bir yaşam kültürü haline gelmesi öngörülüyor. Değişen ihtiyaçlar, artan farkındalık ve uzun vadeli iyilik hali arayışıyla 2026 wellness trendleri nasıl şekilleniyor? Daha dengeli, bilinçli ve sürdürülebilir bir yaşam yolunda bizleri neler bekliyor? Alanında uzman isimlerin öngörüleriyle 2026 wellness dünyasına yakından baktık!
Sağlık & Sağlık Teknolojileri
2026 yılının, sağlığın yalnızca hastalıkların önlenmesiyle değil; veriye dayalı, kişiselleştirilmiş ve bütünsel yaklaşımlarla ele alındığı bir dönemi temsil etmesi bekleniyor. Gelişen sağlık teknolojileri, biyobelirteç temelli takip sistemleri ve önleyici tıp uygulamaları sayesinde bireyler kendi sağlık süreçlerinde daha aktif bir rol üstleniyor. 2026’da sağlık ve sağlık teknolojileri alanında bizleri hangi yenilikler bekliyor? Bu dönüşüm bireysel yaşam pratiklerini nasıl etkiliyor? Daha kapsamlı öngörüler için Nobel İlaç Genel Müdürü Dr. Oğuz Mülazımoğlu, Avrupa Menopoz, Andropoz Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. C. Tamer Erel, Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Murat Aksoy ve Ipsos Türkiye Kıdemli Müşteri Yönetimi Direktörü Yasemin Mutlulu’ya sorduk!
Dr. Oğuz Mülazımoğlu
Sağlık alanı 2026’ya yaklaşırken yalnızca tıp teknolojilerinde değil, yaşam tarzı, zihin-beden ilişkisi, önleyici yaklaşım ve kişiselleştirilmiş sağlık modellerinde de güçlü bir dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşüm, modern tıbbın sunduğu bilimsel ilerlemeleri bütünsel sağlık perspektifiyle birleştiriyor.

Tanıdan refaha yapay zeka destekli sağlık önem kazanıyor.
2026’da yapay zeka (AI), yalnızca hastanelerde değil, bireyin günlük sağlık yönetiminde de temel araçlardan biri haline geliyor. Yapay zekanın tıbbi görüntüleme, tanı doğruluğu ve tedavi planlamasında klinisyenlere anlamlı katkı sağladığı genişletilmiş çalışmalarla destekleniyor. Öte yandan yapay zeka, klinik belge oluşturma ve hasta-hekim görüşmelerini metne dökme gibi iş yükünü azaltan alanlarda önemli verimlilik artışı sağlıyor. Sonuç olarak 2026 yılında yapay zekanın, bireyin sağlık verilerini takip ederek kişisel refah, stres yönetimi ve beslenme planlamasında bütünsel bir yol arkadaşı olması bekleniyor.
Kişiselleştirilmiş tıp ve genomik sağlık önem kazanıyor.
Genetik, epigenetik, mikrobiyom ve metabolik verilerin bir arada değerlendirilmesiyle kişiye özel sağlık rehberliği artık bilimsel bir standart haline geliyor. Genomik ve omik veriye dayalı tedavilerin özellikle kanser ve kronik hastalıklar alanında etkinliğini artırdığı açıkça gösteriliyor. Eş zamanlı olarak uluslararası projeler, kişisel sağlık verisinin güvenli ve araştırma dostu kullanılmasını sağlıyor. Böylece 2026 yılında genetik yapınıza uygun beslenme, uyku ve stres yönetimi artık kişisel wellness rutininin merkezine yerleşiyor.
Bütünsel sağlıkta yeni dönem, yaşam tarzı tıbbı ve mind-body uygulamalarıyla başlıyor.
Bütünsel sağlık yaklaşımı, 2026’da bilimsel altyapısının güçlenmesiyle daha merkezi hale geliyor. Yaşam tarzı tıbbı (Lifestyle Medicine), kronik hastalıkların %70’inin beslenme, stres yönetimi, uyku ve fiziksel aktivite ile önlenebilir olduğunu kanıtlamış durumda. Öte yandan önleyici taramaların mortaliteyi düşürdüğünü ve yaşam süresini uzattığını gösteren kapsamlı kanıtlar da artıyor. Sonuçta meditasyon, nefes terapileri, fonksiyonel beslenme, bütünsel egzersiz pratikleri ve duygu düzenleme teknikleri, modern yaşamda bir “lüks” değil bir sağlık standardı haline geliyor.
Dijital ikizler ile kendi sağlığınızın bilimsel simülasyonu yaratılıyor.
Dijital ikiz (digital twin) teknolojisi, bir bireyin fizyolojik modelinin dijital bir kopyasının çıkarılması anlamına geliyor. Kardiyoloji, metabolik sağlık ve cerrahi planlama alanlarında dijital ikizlerin tedavi sonuçlarını iyileştirdiği gösteriliyor. 2026 yılında popülerleşmesi beklenen bu teknoloji, yakında kişinin beslenme, stres ve uyku değişikliklerinin beden üzerindeki etkilerini “simülasyon” üzerinden görmesini sağlıyor.
Tele-sağlık ve sanal wellness merkezleri artıyor.
Tele-sağlık hizmetleri pandemi sonrası kalıcı hale geldi; 2026’da ise sanal hastaneler ve bütünsel wellness ekosistemleri büyüyor. Dijital sağlık müdahalelerinin hastalık yönetiminde hasta katılımını artırdığı meta-analizlerle kanıtlanmış durumda. Aynı zamanda tele-takip, kronik hastalıkların kontrolünde yeniden hastaneye yatış oranlarını anlamlı şekilde azaltıyor. Böylece sanal terapiler, online nefes ve meditasyon seansları, hormon yönetimi takibi ve uzaktan beslenme koçluğu yeni standart haline geliyor.
Kısacası 2026 yılında bilim ve bütünsellik birleşiyor! 2026’nın, tıbbın klinik bilgisi ile bütünsel sağlığın yaşam tarzı dönüşümünü bir araya getiren bir kırılma yılı olması bekleniyor. Teknoloji + Genetik + Bütünsel yaklaşım + Önleyici tıp = Kişiye özel refah çağının başlangıcı!

Prof. Dr. C. Tamer Erel
Sağlık sektörü, 2020’li yılların ortalarından itibaren yalnızca hastalık tedavisine odaklanan bir yapıdan uzaklaştı; bireyin biyolojik, psikolojik ve sosyal boyutlarını birlikte ele alan bütünsel sağlık (holistic health) anlayışına doğru evrildi. Bu dönüşümün merkezinde ise giderek daha görünür hale gelen “kadın sağlığı” yer alıyor. 2026 yılına yönelik öngörüler, kadın sağlığının artık “niş” bir alan olmaktan çıkıp yaşam boyu sağlık perspektifinin temel bileşenlerinden biri haline geleceğini gösteriyor.
Kadın sağlığı niş bir alan olmaktan çıkarak yaşam boyu sağlığı konu alıyor.
Geleneksel olarak kadın sağlığı, uzun yıllar üreme sağlığı ve gebelikle sınırlandırılmıştır. Bunun en önemli sebebi ise dünya nüfusundaki artıştır. Günümüzde tüm dünya ülkeleri arasında, bazı Afrika ülkeleri hariç, dünya ülkelerinin çoğunda doğurganlık hızı ortalaması, kadın başına 2,1’in altındadır. Dünya ortalaması da şu anda yaklaşık 2,2 çocuk/kadın civarındadır ki küresel yenilenme düzeyi olan 2,1’e çok yakın veya altına inmek üzeredir. Avrupa ve Kuzey Amerika gibi gelişmiş bölgelerde doğurganlık hızı 1,4–1,6 aralıklarında seyrediyor. Çin’de ise bu oran 1,1 kadardır. Doğurganlık hızının 2,1’in altında olması, nüfusun uzun vadede yenilenemez hale gelmesi anlamına gelir ki bu da yaşlanan nüfus, çalışan nüfusun azalması ve sosyal güvenlik sistemlerinde baskı gibi etkiler yaratabilir.
İşte tam da bu nedenle önümüzdeki yıllarda, sağlık sektöründe yaş alan nüfusun sorunları ön plana çıkıyor. Onları sağlıklı tutup, iş verimini arttırma olanaklarının sağlanması önem kazanıyor. Bu bağlamda klasik tıpta cinsiyet faktörü ön plana taşnıyor; cinsiyete özgü sağlık risk ve klinik özellikler önem kazanıyor. Örneğin kalp ve damar hastalıkları kadınlar için ayrı erkekler için ayrı ele alınacak. Bu durumu daha da ilerleterek otoimmün hastalıkların, metabolik hastalıklar ve diyabetin, nörodejeneratif hastalıkların (Demans, Alzheimer, Parkinson, Multipıl Skleroz gibi), osteoporoz ve sarkopeninin, sindirim sistemi ve idrar yolları ve hatta solunum sistemi hastalıklarının kadınlar için ayrı erkekler için ayrı olacağını göreceğiz. Birçok branşta bu ayrım olacak ve hatta doktorlar da buna göre ayrılacak.
Adet düzeninin takibinin tutulduğu üreme ve gebelik odaklı uygulamalar, semptomların kaydını içeren standart bir ürünün ve genellikle de 15-35 yaş arasındaki dar bir son tüketici kitlesini hedef alan uygulamalar olan “FemTech 1.0” 2026 perspektifinde “FemTech 2.0” olarak tanımlanan yeni bir döneme evriliyor. Bu evrede kadın sağlığı; perimenopozdan postmenopoza uzanan süreçleri kapsayan menopoz klinikleri, cinsiyete duyarlı tıp uygulamaları ve klinik araştırmalarda kadınlara özel alt analizlerle ele alınacak.
Bu nedenle hedef yaş grubu ergenlik yılları ile başlayıp yaşlılığa kadar uzanacak. Kadına özgü biyo-özveri ve bunların yapay zeka ile yorumlanmalarını göreceğiz. Üretimden son tüketiciyi hedef alan iş planlarının yanında daha çok üretim ve kurumsala yönelik iş planları artacak. Burada devlet politikaları ve hastaneler ve büyük kurumlar ile iş birliği yapılacak. Çeşitli yazılımlar, FDA veya EMA gibi kurumların kılavuzlarını önceleyecekler ya da menopoz ile ilgili olarak Vice President olarak yer aldığım EMAS (European Menopause and Andropause Society) veya IMS (International Menopause Society)’in kılavuzlarını önceleyen dijital yazılımlar geliştirerek kadınların sağlığının yönetiminde ve korunmasında standartlar geliştireceklerdir.
Yine bu bağlamda erken semptomların kaydını yapan, veri toplayan sensörlü giyilebilir veya taşınabilir alet veya giysiler ile elde edilen objektif verilerin ya da çeşitli mobil uygulamaların yardımı ile biriktirilen verilerin yapay zeka ile yorumlanmaları ve dijital tedaviye olanak sağlamalarını bekliyoruz. Böylece sadece cinsiyete özgü risk faktörlerinin belirlenmesi, semptomların yorumlanması ve tedavinin yapılması değil aynı zamanda kişiye özgü olarak da tüm bu aşamalardan geçilmesi ve tedavinin yapılması da yapay zeka ile mümkün olacaktır. Her kadına, kişiye özgü bir sağlık planının çıkarılması ve sağlık problemlerinin yönetilmesi başlı başına bir çığır açacaktır!
Menapozda yeni paradigma: kişiselleştirilmiş bakım!
Menopoz, uzun yıllar kaçınılmaz ve pasif bir süreç olarak değerlendirilmişken, günümüzde yönetilebilir bir fizyolojik dönem olarak yeniden tanımlanıyor. 2026’ya doğru menopoz yaklaşımı, hormon tedavilerinin yaşam tarzı düzenlemeleri ve zihinsel sağlık müdahaleleriyle entegre edildiği “kişiselleştirilmiş bakım modellerine” evriliyor.
Menopoz ve sonrasında bütünsel sağlık kapsamında zihin, hormon ve metabolizma birlikte değerlendiriliyor. 2026’nın kadın sağlığı yaklaşımı, “semptomu değil, sistemi tedavi et” anlayışıyla şekilleniyor. Özellikle stres yanıtını düzenleyen “HPA ekseni” (Hipotalamus-hipfiz-adrenal), uyku ve sirkadiyen ritim ile hormonal denge arasındaki ilişki daha fazla önem kazanıyor. Bununla birlikte doğum sonrası dönem, infertilite süreçleri ve menopoz gibi yaşam evrelerinde “travma bilgili bakım (trauma-informed care)” yaklaşımı, kadın sağlığının vazgeçilmez bir parçası haline geliyor.
Yapay zeka ve dijital sağlıkta kadın odaklı algoritmalar ön plana çıkıyor.
Yapay zeka ve dijital sağlık uygulamaları, 2026 itibarıyla kadın sağlığında önemli bir kırılma noktası yaratıyor. Adet döngüsü, fertilite ve menopoz semptomlarını izleyen AI destekli dijital koçlar ve giyilebilir teknolojiler; hormonal dalgalanmaları, ovulasyonu ve sıcak basmalarını öngörebiliyor. Bu dönemin en ayırt edici özelliği ise “herkese uyan” algoritmalar yerine “kadına özgü biyoveri setleriyle geliştirilen sistemlerin” yaygınlaşması oluyor.
Mikrobiyota: vajinal–bağırsak–beyin ekseni özellikle önem kazanıyor.
Mikrobiyota araştırmaları, kadın sağlığında yeni bir bakış açısı sunuyor. Vajinal mikrobiyota artık yalnızca enfeksiyonlarla değil; fertilite, preterm doğum ve menopoz semptomlarıyla da ilişkilendiriliyor. Hatta metabolik fonksiyonlardan kanserlere kadar, otoimmün hastalıklardan pek çok kronik sağlık problemlerine farklı yollar ile katkıda bulunduğu artık biliniyor. 2026 da kişiselleştirilmiş probiyotik ve postbiyotik uygulamalar, vajinal–bağırsak–beyin ekseni yaklaşımıyla birlikte değerlendiriliyor; başta bakteriyel vajinozis, tekrarlayan enfeksiyonlar ve menopozun genitoüriner sendromunun yanında pek çok sindirim sistemi, solunum sistemi, otoimmün hastalıklar ve hayat kalitesini bozan kronik rahatsızlıklar için yenilikçi biyoterapiler 2026 yılının gündemlerinden bazıları oluyor.
Metabolik ve kardiyovasküler sağlıkta kadınlara özgü yaklaşım gelişiyor.
Kadınlarda kardiyovasküler hastalıkların geç tanınması hala önemli bir sorun olmaya devam ediyor. 2026 perspektifinde, kadınlara özgü semptom algoritmaları ve gebelik öyküsünün (preeklampsi, gestasyonel diyabet gibi) uzun vadeli risk belirleyicisi olarak kullanılması öne çıkıyor. Metabolik sağlık alanında ise Polikistik Over Sendromu (PCOS), menopoz ve postpartum dönemde GLP-1 temelli tedavilerin yaşam tarzı müdahaleleriyle entegre edildiği, kas kütlesini korumaya odaklanan kilo yönetimi stratejileri dikkat çekiyor.
Ruh sağlığı, hormonal ve nörobiyolojik entegrasyon çerçevesiyle ele alınıyor.
Kadın ruh sağlığı, hormonal değişimlerle yakından ilişkilidir. Premenstrüel disforik bozukluk, postpartum depresyon ve menopozal anksiyete gibi durumlar, 2026’da hormon–nörotransmitter etkileşimini dikkate alan yaklaşımlar ön plana çıkıyor. Bu süreçte psikiyatri ve jinekoloji disiplinleri arasındaki iş birlikleri güçlenecek, dijital terapötikler ve bilişsel davranışçı terapi temelli uygulamalar yaygınlaşacaktır.
Yine bu yıl, “Hasta Güçlenmesi ve Sağlık Okuryazarlığı” yaygınlaşacak ve kadınlar kendileri ile ilgili yapılan bilimsel çalışmaları okuyup değerlendirebilme kriterlerini öğreneceklerdir. Böylece sosyal medya kirliliği bir derecede önlenebilecek, gerçek bilimsel temelli, kanıta dayanan, kişiselleşmiş tedaviler anlaşılır hala gelebilecek.
2026’nın kadın sağlığı vizyonunda hasta, tedavinin pasif alıcısı değil; “bilinçli bir karar ortağı” olacaktır. Paylaşımlı karar verme modelleri, kanıta dayalı fakat sadeleştirilmiş bilgi sunumu ve sosyal medya kaynaklı yanlış bilgilerin aktif olarak düzeltilmesi bu yaklaşımın temel unsurlarındandır. Kadın sağlığının güçlenmesi, yalnızca kadınların değil, toplum sağlığının da sürdürülebilirliği açısından kritik bir rol oynayacaktır. Son olarak insan sağlığını ve dolayısıyla kadın sağlığını etkileyen küresel ısınma ve “endokrin bozucu kimyasallar” ile oluşan çevre kirliliği problemleri üzerinde çok önemli kararlar alınacağını ümit ederek sözlerimi bitiriyorum. Sağlıklı bir 2026 yılı dileğiyle!
Prof. Dr. Murat Aksoy
Son yıllarda wellness (esenlik) ve longevity (uzun ve sağlıklı yaşam) konusu gittikçe artan bir ilgiye sahip. Aslında bu iki kavramı birbirinden ayırmak pek de doğru değil, çünkü bir ömrün iki ana parçası var; sağlıklı ömür ve hastalıklı ömür. Sağlıklı ömür doğduktan sonra ilk ciddi hastalığın çıkışına kadar geçen süre olarak tanımlanıyor, bundan sonrası da hastalıklı ömür. Ciddi hastalıklar ömrün son yıllarına komprese oluyor veya birikiyor.

Bugün tüm tıp dünyası ömrü uzatmaya çalışırken, aslında hastalıklı ömür süresini uzatmaya çalışıyor. Kanser ve diyabet gibi kronik hastalıklarla uğraşan kişilerin tedavisini yaparak ömrünü geçirmesini sağlıyoruz. Bu da elbette beklenen hayat kalitesinin altında kalıyor. Esenlik kavramı ise fiziksel ve psikolojik olarak iyilik halini koruyarak sağlıklı ömür ve takiben toplam ömür süresini uzatmayı hedefliyor. Bu da hayat kalitesinin daha yüksek olmasını sağlıyor.
Esenlik arayışı içinde son yıllarda üzerinde daha fazla konuşmaya başladığımız taktikler birbirinden farklı gibi görünse de aslında Dünya Sağlık Örgütü’nün de sağlık tanımında yaptığı gibi, fiziksel ve ruhsal sağlığın beraber olduğu iyilik durumunu uzatmak hedefleniyor. Esenlik kavramı uzun yıllar “sağlıklı beslenme ve spor” ekseninde ele alındı ancak son yıllarda çok daha bütüncül ve bilimle flört eden bir kimliğe bürünmüş durumda. Özetle, artık amaç yalnızca hasta olmamak değil, daha enerjik, daha dayanıklı ve daha uzun bir yaşam inşa edebilmek.
Son yılların popüler wellness trendleri ise çeşitli temalar etrafında şekilleniyor.
- Longevity odaklı yaşam tarzı: Biyolojik yaşı yavaşlatma, fonksiyonel kapasiteyi koruma ve sağlıklı yaşam süresini uzatma hedefi ön planda. Aralıklı oruç, protein optimizasyonu, kuvvet antrenmanları ve uyku hijyeni bu yaklaşımın temel taşları. Bu noktada sosyal medyada da farklı rol modeller ortaya çıkıyor.
- Soğuk maruziyeti ve ısı stresi: Soğuk duşlar, buz banyoları ve saunalar bir dönem marjinalken, şimdi ana akım esenlik araçları. Kontrollü soğuk ve sıcak stresinin mitokondri fonksiyonu, inflamasyon ve otonom sinir sistemi üzerindeki etkileri bu trendi besliyor.
- Nefes çalışmaları ve sinir sistemi regülasyonu: Nefes artık sadece otomatik bir refleks değil, bir müdahale aracı. Box breathing, rezonans nefesi ve vagal tonusu artırmaya yönelik teknikler stres yönetimi, odaklanma ve uyku kalitesinde ciddi ilgi görüyor.
- Kırmızı ve yakın kızılötesi ışık terapileri: Bir zamanlar “fazla iyi olamayacak kadar iyi” görünen kırmızı ışık uygulamaları, mitokondri ve sitokrom-c oksidaz çalışmalarıyla sahaya indi. Bu alanda cilt sağlığından kas toparlanmasına kadar geniş bir kullanım alanı oluşuyor.
- Kişiselleştirilmiş takviyeler ve veri takibi: “Komşuya iyi gelen bana da gelir” dönemi kapandı. Kan parametreleri, giyilebilir teknolojiler ve genetik eğilimler üzerinden kişisel esenlik planları oluşturuluyor. Akıllı saatler artık sadece adım saymıyor; uyku, kalp atım değişkenliği ve toparlanma hakkında ciddi ipuçları veriyor.
- Dijital detoks ve zihinsel minimalizm: Sürekli uyarılan bir beyinle sağlıklı yaşamak zor. Bildirim kısıtlamaları, ekran oruçları ve bilinçli teknoloji kullanımı özellikle zihinsel esenliğin merkezinde yer alıyor.
Sonuç olarak, son yılların trendleri yüzeysel yaklaşımlardan öte, bilimsel zemini sağlam stratejiler olma yönünde ilerliyor. Önemli olan, bu teknikler arasında bizlerin doğru seçimi yaparak esenliğe kavuşması.

Yasemin Mutlulu
Günümüzde “iyi yaşam” bedenin sınırlarını aştı, zihnin koridorlarında dolaşıyor. Pandemi dönemi sağlığın fiziksel sağlıktan ibaret olmadığını, zihinsel sağlığın önemini tüm dünyaya anlattı. O gün bugündür bütünsel sağlık ve well-being (iyi yaşam) gündemimizde. Artık “iyi olma” halinden bahsederken aynayı sadece yüzümüze değil, içimize de tutuyoruz. Bireyler, tüketiciler olarak biliyoruz ki beden sağlığımız kadar, ruh sağlığımız da önemli, ne yediğimiz, ne içtiğimiz kadar, nasıl hissettiğimiz de bu bütünlüğün önemli bir parçası. Ipsos’un 30 ülkede 20.000+ kişi ile yaptığı “zihinsel sağlık” araştırmasının sonuçları dünya toplumunun bakış açısını net olarak ortaya koyuyor; toplumun %79’u sağlık tanımını yaparken zihinsel sağlığın, fiziksel sağlık ile “eşit” derecede önemli olduğunu vurguluyor.
Bütünsel sağlığın önemini, 2025 yılında gündemde yer tutmaya başlayan, 2026 yılında da çokça konuşacağımız “longevity, uzun yaşam” olgusu ile daha iyi anlıyor, hayatımıza dahil ediyoruz. Bu yolda esas olan büyük dönüşümlerden ziyade küçük ama sürdürülebilir adımlar, yeni rutinler, kısa yürüyüşler, temiz gıdalar, sadeleşen bir hayat.
Beslenme esas ama tek başına değil! İyi Yaşamın Anatomisi araştırmamıza göre “iyi yaşam” denildiğinde bireylerin %55’i beslenme konusunu dile getiriyor. Ancak hemen arkasından %40 ile “zihinsel ve duygusal denge” geliyor. Bu konularda uzmanlardan sonra en önemli bilgi kaynağı internet ve sosyal medya. Web tabanlı “sağlık” başlıklı aramalarda ise beslenmenin yanında “performans ve fonksiyonel fitness”, “zihinsel sağlık” aramalarının artışını takip ediyoruz.
Yeni trendlere göre “sağlıklı beslenme”, doğal ürünler ve gıda takviyelerini kapsıyor, ancak sağlıklı beslenme davranışının önünde duran önemli bariyer, ulaşılabilirlik! Sağlıklı beslenme lüks değil ama pahalı olarak tanımlanıyor. Gündelik yaşamdaki rutinlerimiz bu eksende evriliyor. Daha fazla su içmek, evde yemek yapmak, sebze ve meyve ağırlıklı beslenmek sağlık ile birlikte anılıyor. Beslenmek denince artık sadece “yemek ya da diyetten” söz etmiyoruz. Tüketicilerin bilgi düzeyindeki değişimini de takip edebiliyoruz. 3 yıl önce beslenme başlığında %42 yoğunlukla aranan içerik “diyet” iken artık çok daha çeşitli. Bireyler artık vitamin ve takviyeler, fermente gıdalar, probiyotikler, süper gıdalar ve fonksiyonel gıdalardan söz ediyor, bu gıdaları araştırıyor.
Geniş kitlelere yayılmamış olsa da gündemimizde artık “süper gıdalar, fonksiyonel gıdalar” var! Matcha sosyal medya ve internet dünyasında yansımalar alan, TikTok influencerlarının etkisi ile yükselen bir trend. Chia, Kinoa, Ginseng gibi süper gıdalar ve tabii kefir, probiyotik gibi fermente gıdalar yine sağlıkla birlikte anılan önemli içerikler oluyor. Yani beslenme gündemimiz yoğun, bilgi düzeyimiz artıyor ve artık daha temiz, doğal, katkı maddesinden olabildiğince uzak beslenme eğilimimiz yükseliyor.
Fiziksel, zihinsel, ruhsal denge başlığı altında ise zihinsel sağlığa yatırımda küçük ama sürdürülebilir adımlar atıyor; doğada zaman geçirmeye, hobilerimize ve kişisel gelişimimize daha fazla zaman ayırıyoruz. Fitness artık estetik bir hedef değil, fonksiyonel bir yaşam pratiği. Yoga, pilates ve meditasyon hakkında konuşuyor, rutinlerimize dahil ediyoruz. Bugün gündemde yeni yeni yer tutmaya başlayan başlıklar ise “mindfulness ve online terapi” oluyor. Öte yandan uykunun önemi daha iyi anlaşılıyor. Yine zihinsel ve fiziksel sağlığın bütünleştiği noktada önceliklendirilen, üzerinde durulan ve düşünülen bir konu oluyor.
Tüm ivmelenmenin en önemli etkeni ise “longevity” kavramı oluyor. Henüz geniş kitlelere yayılmamış olsa da 2025 yılında pek çok sektörü etkileyen, dolayısı ile farklı kaynaklar, kanallar ve uzmanlarca sıkça yorumlanan bir başlık “longevity” oldu. Biliyoruz ki toplumlar yaşlanıyor, insan ömrü uzuyor ve dolayısıyla “bilinçli sağlık” artık kaçınılmaz bir yatırım haline geliyor. Türkiye’de toplumun %55’i sağlığa yatırımın, geleceğe yatırım olduğunun farkında. Doktorlar ve yine influencerlar bu trendin büyümesine önemli katkı sağlıyorlar. Kişisel bakım, güzellik, farma, sağlık, teknoloji, gıda ve pek çok hizmet sektörü bu alanda inovasyonlar yapıyor.
Kısacası 2026’da bizi, sağlığı daha geniş açıdan ele alan bir dünya bekliyor. Konu yalnızca sağlıklı olmak değil; bir bütün, ruh ve beden olarak daha sağlıklı olmak. Daha uzun süre, daha iyi hissetmek; yaş alırken fiziksel ve zihinsel kapasitemizi koruyabilmek. Yani 2026’da bizi bütüncül bir yaşam ekosistemi bekliyor!
Kişisel Bakım
2026 yılı, güzelliğin yalnızca dış görünümle değil; cilt sağlığı, sürdürülebilirlik, kişiselleştirme ve uzun vadeli iyilik haliyle birlikte ele alındığı bir döneme işaret ediyor. Akıllı cihazlardan bilim destekli formüllere, deneyim odaklı uygulamalardan daha bilinçli tüketim alışkanlıklarına kadar pek çok yenilik bu dönüşümün parçası. Peki 2026’da kişisel bakım ve güzellik alanında bizleri hangi trendler bekliyor? Sektörün bu yeni dönemini nasıl yorumladığını Estée Lauder Genel Müdürü Nazlı Koruyan Altıpat’a ve Philips Kişisel Sağlık Orta Doğu, Türkiye ve Afrika Genel Müdürü Sibel Kara Yıldız’a sorduk!
Nazlı Koruyan Altıpat
2026’ya adım atarken, güzellik dünyasını şekillendiren temel yaklaşım netleşiyor: Tüketici artık güzelliği tek bir kategori olarak değil, yaşam tarzının doğal bir uzantısı olarak görüyor. Wellbeing beauty, lüks güzellik içinde ayrı bir alan olmaktan çıkıp kişinin günlük ritmine, evine, duygu dünyasına ve kendini ifade etme biçimine yerleşmiş durumda. Cilt bakımından saç bakımına, kokudan evde uygulanan ritüellere kadar uzanan geniş ekosistem, bugün tüketicinin bütünsel yaşam kurgusunun temel parçaları haline geliyor.

Bu değişim, markaların yalnızca ürün ve hizmet sunan fonksiyonlardan çıkarak tüketicilerin zihinsel, duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarına dokunan “iyi oluş partnerleri” haline gelmesini gerektiriyor.
Evde lüks öz-bakım: duyulara dokunan güzellik
Ev, yeniden bir iyi oluş alanı olarak değer kazanıyor. Türkiye’de tüketiciler daha fazla evde vakit geçirmeye ve evine özen göstermeye başladı. Bakım rutinleri artık günün yükünü hafifleten, zihne alan açan ve kişinin kendisiyle bağ kurduğu özel anlar olarak görülüyor. 2026’nın öne çıkan trendlerinden biri, güzellik ürünlerinin yalnızca işleviyle değil, tüm duyulara hitap edebilme gücüyle değerlendirilmesi. Tüketiciler artık ürün seçimlerinde koku, doku, ambiyans ve tetiklediği duygulara odaklanıyor.
Duyusal hikaye anlatımını merkeze alan markalar, yalnızca ciltte değil, zihinde ve ortamda iz bırakan bütünsel deneyimler sunuyor; ürün kullanımı bir ritüele, marka ile kurulan bağ ise kişisel bir duygu alanına dönüşüyor. Duyusal etkilere odaklanan Jo Malone London gibi premium home wellness kategorisindeki markalar; ürün portfolyosundaki mumlar, oda kokuları ve difüzörler gibi ürünlerle, yalnızca bir ortamın daha iyi kokmasını sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda kişinin kimliğini yansıtan bir atmosfer yaratarak evde geçirilen zamanı zenginleştirmeye yardımcı oluyor.
Günümüzün dinamik temposu ve stresli yaşam koşulları, güzellik dünyasında stres yönetimini ana başlıklardan biri haline getirdi. Tüketiciler yalnızca onarım aramıyor; sinir sistemini yatıştıran, zihni dinginleştiren, gün içinde nefes alabileceği küçük molalar yaratmasına imkan sağlayan ve bu anları destekleyen ürün ve hizmetlerle kendini iyi hissetmek istiyor. Bu nedenle anti-stress formüller, mindful beauty yaklaşımları, cilt bakım servisleri ve koku deneyimi atölyeleri hızla öne çıkıyor. Öne çıkan örneklerden biri Aveda’nın Stress-Fix serisi; aromaloji teknolojisi ve saf esansiyel yağlarla formüle edilen ürünler, stres duygularını azalttığı kanıtlanmış çözümler sunuyor.
Koku katmanlama
Orta Doğu’nun geleneksel parfüm katmanlama geleneği, son üç yılda TikTok influencer’ları sayesinde global çapta da popülerleşti. Z kuşağı, “imza parfüm” fikrine artık eskisi kadar ilgi göstermiyor; bunun yerine parfüm koleksiyonları biriktirip, kendilerine özel kombinasyonlar yaratmayı tercih ediyor. TikTok influencer’larının geniş koleksiyonlarından ilham alan gençler, parfüm katmanlamayı “gardırop oluşturma”yla birleştiriyorlar. Her gün farklı kokular kullanarak, kendi özel karışımlarını yaratıyorlar. Bu trend, hem gençler arasında, hem de lüks parfüm koleksiyonları oluşturan müşteriler arasında sıklıkla görülüyor.
Maskelerin yükselişi
Kore’nin güzellik dünyasındaki popülaritesi; cilt bakımının sadece etki ve performans üzerine kurulu olmadığını ve bunun bir öz-bakım deneyimi olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Viral olan cilt bakım maskeleri, hızlı ve gözle görülür sonuçların yanı sıra cilt bakım rutinlerini kendimize vakit ayırdığımız eğlenceli ve paylaşılabilir ritüeller haline getirdi. Önümüzdeki dönemde maskelerin, hem fonksiyonel hem deneyim odaklı güzelliğin en güçlü temsilcilerinden biri olarak küresel sahnedeki yükselişini sürdürmesini öngörüyoruz.
2026’ya dair son söz
Güzellik sektörü artık yalnızca fiziksel bakım ürünleri sunan bir yapı değil; kişinin kendini iyi hissetmesini, duygularını düzenlemesini ve yaşam kalitesini artırmasını destekleyen çok boyutlu bir dünya. Tüketicinin beklentisi açık: Onu anlayan ve bütünsel olarak destekleyen bir güzellik deneyimi.
Estée Lauder Companies Türkiye olarak, global stratejik vizyonumuz olan Beauty Reimagined doğrultusunda, “Dünyanın en iyi tüketici odaklı prestij güzellik şirketi olma” hedefimiz çerçevesinde, yenilikçi bakış açımız, duyusal deneyimlere verdiğimiz önem ve kişiselleştirilmiş hizmet anlayışımızla bu dönüşümü şekillendirmeye devam ediyoruz. Bu yolculukta, her adımda tüketicilerimizin ihtiyaçlarını ve beklentilerini daha derinden anlamaya ve onlara en iyi ve bütüncül güzellik deneyimini sunmaya odaklanıyoruz. Çünkü biliyoruz ki güzellik, yalnızca görünen değil; yaşanan, hissedilen ve insanın içsel dünyasıyla bütünleşen bir yolculuktur.

Sibel Kara Yıldız
2026 yılıyla birlikte kişisel bakım ve güzellik teknolojilerinde dönüşümün hız kazanacağı bir döneme giriyoruz. Değişen tüketici beklentileri, dijitalleşmenin etkisi ve teknolojinin gündelik yaşamla daha fazla bütünleşmesi; bu alanda yeni nesil çözümlerin önünü açıyor. Bu dönüşümün merkezinde ise kişilerin kendi ihtiyaçlarını daha iyi anlaması, kendi ritmini bulması ve kendi ışığını cesurca ortaya koyması yer alıyor. 2025 yılında gerçekleştirdiğimiz Philips Türkiye Sağlık Trendleri Araştırmasına göre, pandemi döneminde artan toplumsal sağlık bilinci, yerini bireysel farkındalığın güçlendiği bir döneme bırakıyor.
Yapay zekanın gelişimi, kullanıcıların cilt tipine ve ihtiyaçlarına uygun bakım önerilerine çok daha kolay ulaşmasını sağlıyor. Evde kullanılan yeni nesil cihazlar ise profesyonel bakım deneyimini erişilebilir kılarak zaman ve maliyet açısından avantaj sunuyor. İyi yaşam trendinin güçlenmesiyle birlikte tüketicilerin, yalnızca hızlı sonuç sunan değil; aynı zamanda iyi hissettiren ve sürdürülebilir bakım rutinlerini destekleyen ürünlere daha fazla yöneleceğini söyleyebiliriz. Kısacası, 2026’da kişisel bakım teknolojileri artık yalnızca “görünmek” için değil, kişinin kendi içsel ışığını hissettiği bir yaşamı desteklemek için var olacak.
Philips olarak kadın ve erkek bakımı, ağız ve diş sağlığı ile anne-bebek sağlığı kategorilerindeki ürünlerimizle gelişen trendleri yakından takip ediyor, tüketicilerin yeni ihtiyaçlarına yanıt veren çözümler sunuyoruz. Anlamlı inovasyonlar ve insan odaklı yaklaşımımızla kişisel sağlık teknolojilerini daha fazla insanın hayatını iyileştirmek hedefiyle geliştiriyoruz. Örneğin gelişmiş Sonic teknolojisiyle dakikada 62.000 fırça hareketi üreten Philips Sonicare DiamondClean 9000, yapay zeka destekli Philips Sonicare uygulamasıyla entegre çalışarak kullanıcılarına diş fırçalama alışkanlıklarını geliştirmeleri için gerçek zamanlı rehberlik ve kişiselleştirilmiş öneriler sunuyor. Benzer şekilde, evde profesyonel bakım imkanı sağlayan cihazlar ve bütünsel iyi yaşam çözümleri, 2026’da kullanıcıların günlük yaşamlarında daha fazla yer bulacak.
2026 yılında da bu trendlerin ışığında yenilikçi çözümlerimizle bireylerin kendi sağlıklarının kontrolünü ellerine almalarına destek vermeye; daha sağlıklı, dengeli ve iyi hissettiren bir yaşam sürmelerine yardımcı olmaya devam edeceğiz. Philips olarak herkesin kendi ışığını özgürce yansıtabilmesi için yenilikçi teknolojilerimizi kullanıcıların ihtiyaçlarıyla buluşturmayı sürdüreceğiz.
Sürdürülebilirlik & Gıda
İyi oluş halinin yalnızca bireysel alışkanlıklarla değil; çevreyle, üretim biçimleriyle, ekonomiyle ve kültürle birlikte şekillendiği bir dönemdeyiz. 2026, sağlıklı yaşamın yeniden tanımlandığı; beslenmeden seyahate, tüketimden teknolojiyle kurulan ilişkiye kadar pek çok alanın daha bilinçli, daha dengeli ve daha sürdürülebilir bir çerçevede ele alındığı bir yıl olarak öne çıkıyor. Bu dönüşümün öne çıkan başlıklarını ise Beslenme Uzmanı, The Good Wild Kurucu Ortağı, Yaban – İnsan Arabulucusu Dilara Koçak ve Yuvam Dünya Yönetim Kurulu Başkanı Kıvılcım Pınar Kocabıyık anlatıyor.
Dilara Koçak
2026, wellness dünyasında yalnızca yeni başlıkların konuşulduğu bir yıl değil; sağlık anlayışının baştan yazıldığı bir dönem olarak öne çıkıyor. Artık sağlıklı yaşam, kalori hesaplarından ya da “doğru–yanlış besin” listelerinden ibaret değil. Tüketici, tabağına gelen gıdanın vücudunda neyi tetiklediğini, mikrobiyotasıyla nasıl bir ilişki kurduğunu ve gezegen sağlığına nasıl bir katkı sunduğunu merak ediyor.

Bu yeni çağda beslenme, yalnızca bedeni doyurmakla kalmıyor; biyolojik sistemleri destekleyen, dengeleyen ve optimize eden bir araca dönüşüyor. İşte bu yüzden 2026 wellness dünyasında prebiyotik lifler, doğal fermente gıdalar ve polifenol yönünden zengin bitkisel formülasyonlar günlük yaşamın vazgeçilmez parçaları haline geliyor. “İyi mikrobiyota, iyi yaşam” yaklaşımı artık bilimsel bir söylemin ötesine geçerek, küresel bir yaşam felsefesi olarak benimseniyor.
Bitkisel proteinin yeni tanımı da bu dönüşümün en güçlü ayaklarından biri. FAO ve World Economic Forum raporları, baklagillerin sürdürülebilirlik açısından en verimli protein kaynaklarından biri olduğunu net şekilde ortaya koyuyor. Ancak 2026 itibarıyla bitkisel proteinden beklenti yalnızca bitkisel olması değil; daha kolay sindirilen, vücutta daha iyi kullanılan ve lifle uyum içinde çalışan bir yapıya sahip olması. Tam da bu noktada iyileştirilmiş bitkisel gıdalar sahneye çıkıyor.
Filizlendirme ise bu dönüşümün en doğal ve en etkili yöntemlerinden biri olarak öne çıkıyor. Filizlendirme süreci, baklagillerdeki fitik asit ve lektin gibi anti-besinsel bileşenleri azaltırken; proteinleri daha erişilebilir hale getiriyor, antioksidan kapasiteyi artırıyor ve sindirimi belirgin şekilde kolaylaştırıyor. Sonuç olarak filizlendirilmiş baklagiller, 2026 yılında sadece sağlıklı bir seçenek değil; yeni nesil, fonksiyonel ve biyolojik olarak daha uyumlu bir besin grubu olarak wellness dünyasındaki yerini alıyor.
Günümüzde artık gün içinde daha kontrollü bir zindelik ve mental netlik arayışı var. Yani ürünler de artık dengede kalmaya odaklı. Bu yüzden 2026’da wellness yalnızca ne yediğimizle değil nasıl tükettiğimizle de ilgili. Fonksiyonel içecekler; adaptojenli alternatifler, fermente demleme çaylar, prebiyotik sular ve bitkisel proteini kolay yoldan sunan seçenekler günlük mini sağlık ritüellerine dönüşüyor. Beslenme, hızlı tüketimden çok bilinçli bir ritüel haline geliyor. Aynı zamanda kadın sağlığı bu yıl çok daha görünür oluyor. Hormonal denge, döngü odaklı beslenme, stres–uyku–mikrobiyota ilişkisi ve menopoz öncesi ve sonrası metabolik değişimler artık ana akımda daha sık konuşulacak.

Kıvılcım Pınar Kocabıyık
2026, daha fazlasını istemekten çok, olanı daha iyi yaşamanın yılı. Köklenmek, doğayla temas etmek, yerel olana yönelmek, şeffaflıkla güven inşa etmek ve döngüsel yaşamı benimsemek; hem ruhumuza hem bedenimize hem de gezegene iyi geliyor. Küçük ama bilinçli adımların büyük bir dönüşüm yaratabileceğini yeniden hatırladığımız bir dönem bizi bekliyor.
İyi olma halinin kendi bedenlerimizle sınırlı olmadığını artık net görüyoruz. Yaşadığımız çevreyle, doğayla, tüketimle ve kültürle kurduğumuz ilişki doğrudan bu halin parçası haline geliyor. Daha az ama daha bilinçli tüketmek, kaynakların farkında olmak, sahip olduklarımızı dönüştürerek yaşatmak; yalnızca gezegen için değil, insanın ruhu için de rahatlatıcı bir etki yaratıyor. Aileden kalan bir mobilyayı yeniden kullanmak, anneannelerden öğrenilen mevsimlik mutfak hazırlıklarını sürdürmek ya da bir eşyayı tamir ettirmek; hepsi bir devamlılık hissi sunuyor. Döngü, yalnızca nesneleri değil, hafızayı ve güven duygusunu da koruyor.
Doğayla kurduğumuz ilişkinin de günden güne derinleştiğini görüyoruz. Doğada daha fazla zaman geçirmek, yürümek, izlemek, kuşları gözlemlemek, mevsimlerin değişimini fark etmek; modern hayatın gürültüsünü dengeleyen güçlü araçlar haline geliyor. Artık doğanın “kaçılacak” bir yer değil; düzenli temas edilen, gözlemlenen ve saygıyla yaklaşılan bir alan olduğunun farkındalığı çok daha arttı. Hafta sonları uzaklara gitmek yerine, yaşadığımız yere yakın rotaları keşfetmek, bisiklete binmek, çadır kurmak ya da sadece sessizce izlemek, hem daha erişilebilir hem de daha sürdürülebilir deneyimler haline geliyor.
Bu farkındalık seyahat anlayışını da dönüştürüyor. Uzun süredir dünyanın çok küçük bir kısmı aşırı turizm baskısı altında. Kalabalıkların, hızın ve tüketimin hakim olduğu bu anlayış yerini daha yerel, daha sakin ve yaşama temas eden deneyimlere bırakıyor. Artık çok gidilen yerlere gitmekten ziyade kendi hikayemizi kurabileceğimiz ve yerelle bağ kurabileceğimiz deneyimlere yönelmenin zamanı. Seyahati, “anlam bulmak”la ilişkilendireceğiz.
Aynı şekilde şeffaflık da 2026’nın belirleyici değerlerinden biri. Ürünlerin hikayesini bilmek, nereden geldiğini ve nasıl üretildiğini öğrenmek; hepimizin sorumluluğu. Şeffaf markalar, bilinçli tercihler ve değer odaklı tüketim, sadece etik bir duruş değil, iyi hissetmenin de bir parçası. Bilmek sakinleştiriyor; güven iyi hissettiriyor.
Dijital dünyayla kurulan ilişki de yeniden tanımlanıyor. Teknolojiyi tamamen reddetmek yerine, daha bilinçli kullanmak; ekran süresini azaltırken teknolojiyi kaynak yönetimi ve farkındalık için bir araç haline getirmek öne çıkıyor. Adil ve doğru verilerle desteklendiğinde teknoloji, bilgiye erişimi kolaylaştırarak herkes için yaşamı gerçekten daha erişilebilir ve yönetilebilir kılıyor.
Beslenme alışkanlıklarında da benzer bir dönüşüm var. Ne yediğimiz kadar, nereden geldiği, nasıl üretildiği ve kimin emeğiyle sofraya ulaştığı önem kazanıyor. Yerel, mevsimsel ve etik üretim, hem beden sağlığını hem de gezegenin dengesini gözeten bir yaklaşım olarak öne çıkıyor.
Bu dönüşüm kültür, sanat ve moda alanlarında da kendini gösteriyor. Sanat, elit ve uzak bir alan olmaktan çıkıp daha erişilebilir, daha kapsayıcı ve daha paylaşılabilir bir yapıya evriliyor. Yaratıcılığın demokratikleştiği bu anlayış, bizlerle daha doğrudan bir bağ kuruyor. Moda ise hızdan ve fazlalıktan uzaklaşıyor; ikinci el, kiralama, uzun ömürlü ve dünyaya saygılı tasarımlar daha fazla karşılık buluyor.
Sosyal Wellness & Yaşam
İyi yaşam arayışı artık yalnızca bireysel alışkanlıklarla sınırlı olmaktan çıkarak toplumsal bağları, teknolojiyi, kadim bilgeliği ve gezegenle kurduğumuz ilişkiyi kapsayan çok katmanlı bir dönüşüme işaret ediyor. 2026, wellness kavramının sosyal, kültürel ve kolektif bir deneyime evrildiği; bilimin, teknolojinin ve insanlığın aynı potada buluştuğu bir yıl olarak öne çıkıyor. Bu yeni dönemin sosyal wellness alanındaki öngörülerini Global Wellness Day’in kurucusu Belgin Aksoy ve Wellbeing & Ayurveda Uzmanı, Wellbeing Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Şinik paylaştı.
Belgin Aksoy
2026 yılına yaklaşırken wellness, yalnızca bireysel bir yaşam tarzı tercihinden öte, toplumların geleceğini şekillendiren güçlü bir dönüşüm alanı haline geliyor. Global Wellness Institute’un son yıllarda vurguladığı üzere, sağlık ve iyilik hali artık fiziksel, zihinsel, sosyal ve çevresel bütüncül bir ekosistem olarak ele alınıyor. Bu perspektiften bakıldığında 2026 yılında öne çıkacağı öngörülen trendler, hem bireyin içsel dünyasına hem de toplumsal bağlara yeniden temas eden bir yaklaşım sunuyor.

Her yıl akademisyenler, araştırmacılar ve sektör liderleri bir araya gelerek wellness dünyasının geleceğini şekillendiriyor. 2026’da ise iyi yaşamı yeniden tanımlayacak ve gündelik hayatımıza yön verecek trendler arasında öne çıkan başlıklar şöyle:
- Hücresel sağlık ve uzun ömür (Longevity): Uzun ömür (longevity) arayışı artık yalnızca yaşlanmayı yavaşlatmakla sınırlı değil. 2026’da hücresel sağlık ön plana çıkıyor. İnsanlar, yaşam kalitesini artırmak için DNA testlerinden kemik yoğunluğu ölçümlerine kadar daha kişiselleştirilmiş çözümler arayacak. Bu, bilimin ve spiritüalitenin birleştiği yeni bir dönem oluyor.
- Dijital minimalizm ve analog deneyimler: Dijital detoks kavramı 2025’te yükselişe geçmişti. 2026’da ise insanlar yalnızca ekranlardan uzaklaşmakla kalmayacak, aynı zamanda analog deneyimlere yönelerek kendilerini yeniden keşfedecek. Sessizlik inzivaları, nefes çalışmaları ve doğa yürüyüşleri, zihinsel berraklık için vazgeçilmez olacak.
- Wellness seyahati ve kültürel ritüeller: 2026’da wellness turizmi daha da büyüyor. Seyahatlerde artık yalnızca spa ve yoga değil, yerel kültürlerin kadim ritüelleri de deneyimleniyor. Bu, hem kültürel çeşitliliği kutluyor hem de bireylere daha derin bir bağlanma hissi sunuyor.
- Yapay zeka ile kişiselleştirilmiş wellness: Yapay zeka artık wellness dünyasında bir yardımcı değil, adeta bir yol arkadaşı. Yapay zeka (AI) destekli beslenme planları, kişisel fitness koçluğu ve sanal meditasyonlar, bireylerin ihtiyaçlarına özel çözümler sunuyor. Bu teknolojiler, sağlıklı yaşamı daha erişilebilir hale getiriyor.
- Fonksiyonel beslenme ve kreatin: Beslenme tarafında ise kreatin gibi takviyeler artık yalnızca sporcular için değil, genel halk için de yaygınlaşıyor. Enerji, odak ve bağışıklığı destekleyen sade içerikli ürünler günlük yaşamın parçası olacak.
- İklim duyarlı wellness: İklim krizinin etkilerini hepimiz hissediyoruz. 2026’da wellness sektörü doğa dostu uygulamalara daha fazla odaklanacak. Karbon nötr retreat merkezleri, sürdürülebilir spa deneyimleri ve çevreye duyarlı ürünler, bireysel sağlık ile gezegen sağlığını aynı potada buluşturacak.
Bu trendler sayesinde daha bilinçli, sağlıklı ve dengeli bir yaşam mümkün hale geliyor. İlk günden beri dediğim gibi “İyi yaşamın bir lüks değil, herkesin hakkı” olduğuna inanıyorum. Bu dönüşümün içinde olmak beni heyecanlandırıyor ve geleceğe dair umutlarımı her geçen gün artırıyor. Bugün 6,8 trilyon dolarlık bir ekonomi haline gelen wellness sektörü, bütünsel yaklaşımıyla sağlıklı yaşamın geleceğini yeniden şekillendiriyor!

Ebru Şinik
İronik bir şekilde robotların insan, insanların ise robot gibi olmak istediği bu çağda Homo Sapiens sınırlarını zorlayarak kendini yeniden keşfe başlamanın eşiğindeyken kadim ilimler, ezoterik bilgiler, en son bilimsel veriler ve bio-hacking uygulamaları ile daha önce tarihte yaşanmamış bir sentez oluşturmaya başladı. Dünya sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik olarak hızla dönüşürken belki de tarihinde hiç yaşanmamış bir bilgilenme ivmesine şahitlik ediyor.
Bu ivmenin nedeni özellikle bireylerin sosyal medya kanallarıyla herhangi bir onaya ihtiyaç duymadan bilgiyi serbestçe paylaşmaları ve neticesinde doğru veya yanlış bilgiye ulaşılabilirliğin dünya tarihinde bugüne kadar yaşanmış en üst noktaya gelmiş olması. Sosyal medyanın yanı sıra son 3-4 yıldır bireysel hayatlara rahatlıkla girmiş olan yapay zeka (AI) tabanlı uygulamalar ve arama motorlarının da bunda katkısı çok büyük.
Tüm bu gelişmeler insanın hayatta daha iyi olması ve daha iyi hissetmesi için araştırmaya, yenilikleri denemeye ve yaşamla ilgili anlam arayışındaki farkındalığın da yükselmeye başladığına işaret ediyor. İşte tam bu noktada wellbeing ve wellness kavramları karşımıza dünyada en hızla gelişen sektörlerin başlarında olarak karşımıza çıkıyor.
Wellbeing ve wellness sektörlerinde en fazla öne çıkan konuları sıralayacak olursam, en fazla ürün yelpazesinin bu 8 ana kategoride piyasaya sunulduğunu görüyoruz:
- Fonksiyonel beslenme ve takviyeler
- Stres yönetimi
- Kaliteli uyku
- Egzersiz
- Kilo verme
- Güzellik
- Zihinsel ve duygusal denge
- Sağlıklı yaş alma: Longevity & Wellaging
Yaşam kalitesini gösteren ve wellbeing çatı terimi altında yer alan modüllerden biri olan Wellness trendlerindeki dönüşüme baktığımda, özellikle hayata polimat eksenden bakabilme bilgisine sahip olan ve hızla genişleyen bir kitlede çok sağlıklı ve doğru bir ilerlemeyi izliyorum.
Çok güçlü bir transformasyondan geçen wellness sürecinin geleceğini şöyle özetledim:
- Stres yönetimi uygulamalarının, merkezi sinir sistemi için bir pusula haline geldiği,
- Kaliteli uykunun, kutsal bir şifalanma ve dengelenme alanı olarak konumlandığı,
- Sindirim sisteminin, fiziksel, zihinsel ve duygusal detoksun ana komuta merkezi olduğu,
- Bilinçli egzersizin, yalnızca fiziksel enerji üretmekle kalmayıp enerji bedeninin rejenerasyon durağına dönüştüğü,
- Temiz beslenmenin, sağlığın ötesinde iç ve dış güzelliğin laboratuvarı olarak ele alındığı,
- Doğanın ise, insandan ayrı olmayan en bilge rehber olarak bu piramidin tepe noktasına yerleştiği bir gelecek.
Bu özet bize şunu haykırıyor; teknoloji bizlere rehberlik edebilir ve iyileştirme sağlayabilir ancak gerçek transformasyon dediğimiz şey dönüşüm üstünde derinlemesine çalışılan kişisel bir yolculuktur. Bedenini tanımak, fiziksel beden ana mekanizmalarının çalışma prensiplerini bilmek, öğrenmek, beden-zihin bağlantısı ile kalp-beyin korelasyonunu kurmak wellness sektörünün geleceğini tam olarak tanımlamaktadır.
Yeni yılda kendinize ama sadece kendinize bir alan açın: Düzenli meditasyon ve burundan alınıp verilen, yoga ilmine dayalı pranayama nefes egzersizlerini günlük rutinleriniz içine yerleştirin. Ancak bu farkındalık yükselten düzenli uygulamalar neticesinde kendi içsel rehberlik mekanizmanıza ulaşabilir ve kendiniz için en doğru olan yolları bilinçli olarak seçebilirsiniz. Biz makine değiliz, insan olarak holografik varlıklarız ve sağlıklı yaşamın bilgeliği içimizde saklı!
